“Bir konuş lan işte. Nikâh kıy mı diyoruz? Çay içersin… Baktın sarmadı, ‘işim var’ de çık, gel hıyar!” Haluk işte… Manyak arkadaşım. İki aydır Filiz diye bir kızla beni buluşturmaya
“Bir konuş lan işte. Nikâh kıy mı diyoruz? Çay içersin… Baktın sarmadı, ‘işim var’ de çık, gel hıyar!” Haluk işte… Manyak arkadaşım. İki aydır Filiz diye bir kızla beni buluşturmaya
Göz kapaklarım ağırlaşmıştı bir nevi. Değil açmak, aralamakta bile güçlük çekiyordum. Sırtımla boynum kaskatı kesilmişti. Ellerimi yüzümden çektim ve şuursuzca boşluğa salladım. Doğrulmaya çalıştım. Göğsümde, kalbime yakın bir noktada, bütün
Ekranın başında ilginç gezi rehberi oluşturmak için birkaç siteyi incelemeye koyulmuştum. Bu sitelerden birinde terkedilmiş bir köy dikkatimi çekmeyi başarmıştı. Kamp çantamı hazırladım ve yol arkadaşım T’yi de alarak araba
Tanrının varlığını hissediyor ama var olabileceğine ihtimal vermiyordu. Aklını allak bullak eden bu soyka düşünceler, geçmişini ve şuanını altüst ediyordu, palmiye ağacının yapraklarını bir balerin gibi sallandıran rüzgârın altında hüzünle
Caddede gelip geçen kalabalığın arasında bir yelkovan kuşunun yolunu şaşırıp kaldırımlarda debelenip altüst oluşu gibi yalnız ve çaresiz hissediyordu, izdihama bulanmış kaldırımların, bir siluet gibi gelip geçen insanlarına aldırmadan karşısında
Anka kuşunun ütopyasındaki birbirlerine dolanmış fikirleri, güruhları, belli belirsiz yüzleri bütün gece mütemadiyen görüyordum. Artık son bir hamlenin gelip beni uçurumdan itmek üzere olduğunu gördüğüm an aniden nefessiz kalmıştım. Kaç
Kendi maviliğini havanın bulanık yüzüyle silen gökyüzü, Güneş’in huzmelerini, günün griye boyamış rengiyle birleştirip denizin maviliğiyle buluşturuyordu. Havanın iç karatıcı yüzünün yanı sıra müstehzi hali insanda karmakarışık duygulara sebebiyet veriyordu.
Korku, en çok korktuğum şey değil – panik bozukluğu olan bir kişi olarak, kalbimin boğazıma çarpmasına ve saniyeler içinde ölüm korkusuyla kafamı doldurmasına neden olan mavi renklerin dışına çıktığını bilsem
Bir gün genç bir adam kasabada durdu ve tüm vadinin en güzel kalbine sahip olduğunu söyledi.. Büyük bir kalabalık toplandı ve yüreğine hayran kaldı. Gerçekten tertemiz güzeldi ve gördükleri en
Odanın içini yarı aydınlık yapan perdenin desenlerindeki birbirine dolanmış yüzleri görür gibi oldu. Işığın yarı aydınlık yaptığı oda da, sarsak bir ruh haline bürünmüş havanın bütün duygularla baş edercesine küçük
Ben temelde pozitif bir insanım. Ruh halimi bozan ya da artık insanların iyiliğine inanmadığım çok şey olmalı…. ama ilk önce bir şeyler hissettiğim hafta, sonra doktordan doktora, sadece haftanın sonunda
Gerçek sokaklarda dolaşıyordu – doğduğu günkü gibi çıplak ve çıplak. Ama kimse korktuğu için gerçeği evine sokmak istemedi. Gerçek bir gün açık bir kapı arayışı içinde tekrar sokaklarda koştuğunda, tanıştı
Annemin her gün hastalıktan gelen isyanlarının sonu yoktu. Gün geçtikçe daha çok artıyor; hastalık daha çok çıkılmaz bir yola giriyordu. Haftanın neredeyse her günü hastanede geçiriyorduk. Bir türlü hastalığın bir
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde; pireler berber, develer tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallarken uzak bir köyde dolunaylı bir gecede doğmuş bizim deli. Bunun için adına Akay
Gece başını yastığa koyduğunda akan sıcak gözyaşlarının izlerini silmeye çalışırdı, bazen gözyaşları yolunu şaşırırlardı bazen de geldikleri dünyayı unutup uzun bir müddet yastıkla sevişirlerdi. Kız, her şeyin ne kadar karmaşık
Bölüm 1 Şehrin ışıkları çok az yanmakta, her yer ıssız sanki terkedilmiş gibi. Civarda gördüğüm evlerin hiç birinde ışıklar yanmıyor… Gecede hafif bir sis ve ölümün o ağır kokusu sinmiş
İşte o an gelmişti, 2 gün sonra bayramdı ve annem abim ve bana bayramlık alışverişi için bizi pazara götürecekti. Babam arabasıyla gelip bizi alacak, pazar yerine götürecekti. Abim ile beklemekteydik
Karmaşık gürültülerden, kötülerin gözlerinden, yaş almışların çenesinden kaçtım. Karşıyaka – Konak vapuru uçuşa geçti. İnsanlar genelde vapur seyahatlerine ”gezme” derler. Onlar yukarıda motorun çıkardığı köpükleri izlerken ben, aşağıdaki üç metrelik
Poyraz gibiydi o gün ruhum. Bedenimin içine sığmıyordu. Artık duş alırken akan gözyaşlarım da yetmiyordu, içimin huzursuzluğunu gidermeye. Düşünen bir aklım yoktu o gün. Duygularım ele geçirmişti tüm vücudumu. Çok
Ne kadar çok zaman geçti değil mi Ezreal, diyerek uyandırdım onu daldığı düşüncelerden. Lanetlenmiş bir meleğe göre çok fazla düşünüyor ve çok acı çekiyordu. Oysa acı çektirmesi gereken oydu, adım