Kendine kendini postalamak zor.İnsan, en çok kendini kayırıyor.Ben değilim öyle… bir kayırıp bir dövüyorum kendimi.Aptal ettim kendimi .Çok düşünmek, çok hissetmek değil mesele;Sorun, ince düşünüp ince hissetmek. Havalar ısınmış mesela,
Kendine kendini postalamak zor.İnsan, en çok kendini kayırıyor.Ben değilim öyle… bir kayırıp bir dövüyorum kendimi.Aptal ettim kendimi .Çok düşünmek, çok hissetmek değil mesele;Sorun, ince düşünüp ince hissetmek. Havalar ısınmış mesela,
Nietzsche benim için yalnızca bir filozof değil, adeta düşünce yolculuğumun en keskin, en heyecan verici durağı. Onu okuduğumda bir felsefenin soğuk bilgilerini değil; hayatın içinden, zaman zaman sarsıcı, zaman zaman
Pierre Franckh’ın Rezonans Kanunu kitabını okurken kendimi sık sık durup düşünürken buldum. Daha ilk sayfalarda, hayatımızda karşılaştığımız şeylerin tesadüf olmadığını, aslında içimizden yaydığımız titreşimlerin bir yansıması olduğunu anlatması beni etkiledi. Çünkü çoğu
İnsanın hafızası tuhaf bir şey… Bir yandan kim olduğumuzu belirleyen en büyük güç, bir yandan da bize en ağır yükü taşıtan. Bazen geçmişteki bir gülümsemeyi, çocukluğumuzun kokusunu, sevdiklerimizin sıcak sesini
Geçenlerde Ayşe Kulin’in Aşk romanını okudum. Mevlânâ ile Şems’in ilk karşılaşmalarını anlatırken hissettirdiği o “ezelden tanışıklık” duygusu öyle derin geldi ki, kitap elimdeyken uzun süre düşündüm. Hiç tanımadığımız birini görüp
İş hayatına dair en büyük yanılsamalardan biri, “herkes emeğinin karşılığını alır” sözüdür. Kulağa ne kadar da güzel geliyor değil mi? Ne yazık ki, iş dünyasında adalet çoğu zaman masallardaki ejderha
Sevgi… Hayatımızın en çok konuşulan, en çok şiire, şarkıya, romana konu edilen duygusu. Peki hiç düşündünüz mü, sevgi gerçekten sıralanabilir mi? Birini diğerinden daha çok sevmek, sevgiyi ölçmek ya da
Anne… Bir kelimenin içine sığdırılmış en büyük kucak, en derin huzur, en temiz sevgi. Onu kaybettiğinde insan, çocukluğunu da, sığınağını da, en güvenli limanını da kaybediyor. Hayatta bazı kayıplar vardır
Yağmur Tunalı’yı Anlamak… İnsanlar din değiştirince milliyetini kaybetmez. Bugün Suriye’de, Irak’ta, Cezayir ve Mısır’da Türk olduklarını unutmuş ama dinini değiştirmemiş birçok insan olduğu gibi; Romanya’daki Gagavuzlar gibi farklı dinden olduğu
Bir çocuk düşün; 1452’de, Toskana’nın küçük bir köyünde doğuyor. Adı Leonardo. Çamurun içine bastığında izine bakıyor, derenin kıvrımını çiziyor, kuşların kanat çırpışını gözleriyle takip ediyor. Daha küçük yaşlarda bile dünyayı
7 Eylül 2025… Bugün Türk voleybol tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Bizim gururumuz, A Milli Kadın Voleybol Takımımız, yani Filenin Sultanları, Tayland’ın Bangkok kentinde oynanan Dünya Voleybol Şampiyonası finalinde İtalya’ya
Geçenlerde elimde yine Martı Jonathan Livingston vardı. Küçük, incecik bir kitap ama etkisi asla sayfa sayısıyla ölçülmüyor. İlk bakışta “bir martının hikâyesi, ne kadar derin olabilir ki?” diye düşünebilirsiniz. Ama birkaç sayfa
Dolunay geceleri hep bana farklı hissettirmiştir. Çocukken pencereye çıkıp gökyüzüne baktığımda, o koca yuvarlak ayın ışığı altında uykuya dalmakta zorlanırdım. Sonra büyüdüm, sosyal medyada bir şey dikkatimi çekmeye başladı: “Koç
Bir sabah uyandığınızı hayal edin… Eliniz yatağın kenarına sarkmış, sıradan bir manzara. Ama sonra bir bakıyorsunuz, eliniz sanki size ait değilmiş gibi hareket ediyor. Yastığınızı itiyor, üzerinizi açıyor, hatta yüzünüze
Uçağa ilk binişimi dün gibi hatırlıyorum. İçimde tarifsiz bir heyecan vardı ama heyecanın içinde derin bir kaygı da gizlenmişti. Kapalı bir tüpün içinde, gökyüzünün binlerce metre üzerinde olma düşüncesi aklıma
Mesleğe başladığım ilk yıl, bir pazar günüydü. Lojmanın önüne Jandarma jipi yanaştı. Onbaşı, “Hocam bir intihar vakası var. Siz nöbetçisiniz, savcı beyle üsteğmenim bir bakıversin dediler,” diye seslendi. “Tamam,” dedim.
1906’da Adapazarı’nda doğan Sait Faik Abasıyanık, edebiyatımızda “sokaktaki insanın yazarı” olarak anılır. Onun kaleminde balıkçılar, kahve köşelerinde oyalanan işsizler, hamallar, çocuklar ve bazen de küçük sevinçlerle yaşayan sıradan insanlar hep
“Bir konuş lan işte. Nikâh kıy mı diyoruz? Çay içersin… Baktın sarmadı, ‘işim var’ de çık, gel hıyar!” Haluk işte… Manyak arkadaşım. İki aydır Filiz diye bir kızla beni buluşturmaya
Ben Freud. Birçoğunuz beni “her şeyi cinselliğe bağlayan adam” olarak tanıyorsunuz. İnsan ruhunun derinliklerine dair söylediklerim bazen hayranlıkla, bazen öfkeyle karşılandı. Oysa ben yalnızca insanın iç dünyasını, bastırılmış arzularını ve
Doğrusu, kimseye etnik kökeni üzerinden vurmak gibi bir yöntemi sevmem. Ancak bir hatırlatma yapmakta fayda mülahaza ediyorum. Son günlerde kendini tanıtmaya çalışan, İlber Hoca’nın “onlar gerizekalıdır” dediği sınıfın öncülerinden bir