içinde

Benjamin Reis Ve Subliminal Notlar

Su kadar arı, beyaz kadar aydınlık olabilir misin? Dedi berduş…
Olabilir mi hiç nefsi dünyanın üç kuruşluk nefesine tamah eden bedenlerde dedim…
Yaşadıkça yaş aldıkça “dünya malı dünyada kalır, dostluklar bakidir” diyen soytarılarla geçen zamanların ardında kaldı sahte suratlar.
“Tarlanı yağmura göre taşı”man gerektiğini öğrenemeyen bir yanım kalmış olsa gerek, hep “dokuz köyden kovulan”larla olmayı tercih ettim.
Kazandıklarım, kaybettiklerimden çok az oldu belki ama hiç olmazsa delikanlı herifler, koca yürekli kadınlarla yola devam ettim.
Kadın görünümlü korkak adamlardan, erkek görünümlü sahte kadınlardan uzakta olmanın dayanılmaz mutluluğunu keşfettim.
Uzakta kalıp, uzaktan bakınca, yalandan birbirlerini şımartıp alkışlayan, biçimsiz, eyciş büycüş solungaçlı nesnelerin, cibiliyetsizliği ile kendime yeniden “aferin” dedim.
Bu kadar kıvırmaya, ordan oraya balık gibi zıplamaya gerek olmayan yalan dünyada, yüze başka, sırta başka, olmamak gerektiğini öğreten Canlarla dolaştım…
Elinize, dilinize, beyin olmayan aklınıza sağlık.
İyi ki yaşıyorum.
İyi ki tanıyorum sizleri.
Ne güzel gelmiş, ne iyi etmişsiniz hayatıma.
Ve ne çabuk kıçınıza vurmuş atmışım sizi, olmanız gereken yokluğunuzun boşluğuna…
Geçen yıl gidip bohem yanı ve hayata yeniden anlamsızlığını haykırdığı tarafıyla Benjamin Button tadında ki Reise misafir oldum.
Misafirlerine sadece yer var ya da yok diyecek kadar sıcak kanlı, yaşadığı bu güzel yeri hiç daha güzelleştirip ölümsüzleştirmeyecek kadar serkeş, kahvaltı istediğinizde kendi kahvaltısını hazırlayıp yedikten sonra size servis açtıracak kadar kendinde, kırılmış yok olmayı da geçmiş şezlongları almaya kalkıştığınız da “onlarda kırık hep” diyecek kadar ebeveyn, iç sesinizle “Allah da beni kahretsin gelirken neden şezlongumu getirmedim ki” dedirtecek kadar subliminal Benjamin Reis…
Adını unuttuğum için belki utandığımdan belki de ziyaretine gelen ablasının fotoğrafımızı çekerken “kardeşime bak Benjamin Button boşuna olunmuyor” cümlesinin ardına nokta koymamam gerektiğinden soramadığım güzel adam.
Çok güzel ve dinlenesi 30 Ağustos anıları ardından gün boyu oturup hiç kalkmadığı sandalyesinde sessizce çektiği fotoğraflar…
Poz ver dediğinde asker gibi itaat eden yanımı nasıl harekete geçiremedim ben bile inanamıyorum.
Belki bana gösterdiklerinin fazlasını çektiği karelerde, kendime baktığımda gördüğüm huzuru, Reis yüzüme çarpmak istemiş hissiyle hemen birleştiriverdim.
Ve geçen yıl olmayan bu yıl görebildiğim güzeller güzeli torunu @Eva …
Galiba zamanlar mekanlar insanlar yaşadıkları yerde kimlikleniyor demekten aşı koyamadığınız üç yaş şımarıklığında bir soytarı…
Kız çocuklarının engel olunamaz şirinliği ile saçını 6 yerden bağlayıp kıçında ki beziyle haldur huldur yürüdüğü iskelenin oynak tahtalarında ben telaşa kapılırken annesi ve dedesinin rahatlığı…
Neden burada ve neden bu kadar rahatsın sorusunu sormak isteyip soramadığınız adamlardan bir tanesi.
Sanırım ben bu adamı ve bu adayı çok sevdim.
Çektiği resimlerimi paylaşıp onu sosyal medyada paylaşacağımı söylediğimde ki o umursamaz gülüşü ve ne gerek var “üç beş dost geliyor, şimdi sen yazıp paylaşacaksın onlarcası gelip kalabalık yapacak burayı” cümleleri…
Bilmem ki…
Belki böyle yaşamak gerek hayatı…
Mutlu olmak için Kocaman koltuklara, isminin önüne koymaya çalıştığın cancanlı sıfatlara, daha genişi büyüğü olsun diye çabaladığın evlere, kadranı çok olsun dediğin arabalara gerek olmadan yalın yaşamak gerekiyordur hayatı…
Kendinle ve yaşadığın anla kalıp, güven anlatıp, güvensizlik yumurtlayanlara bırakıverip dünyayı, yerleşmeli bu küçük adacığa…
Demekten usanmadığım, uslanmadığım, her zaman tekrarında fayda olduğuna inandığım cümlemle bitireyim artık…
Sadece Allah’a inanın, gerisi inanılacak gibi değil…
Mutlu Pazar’lar can dostlar.

Yazar Dr Gökhan Ürkmez

Tıpta Alternatiflerin ihmal edilmemesine inanan bir berduş

2 Yorum

Yorum Bırakın

Bir yanıt yazın

Sana Sahip Değilim Ve Tüm Zenginliğim Bu

Manifestodan Harekete: Gerçeküstücülük