Şimdi durup zamanı izliyorum. Dalları yeni çiçek açmış bir erik ağacının gölgesinde bekliyor hayallerim…
Hani çok sıcak bir ilkbahar gününde, hazırlıksız yakalandığın yağmura hissettiğin minnetle karışık kızgınlık ya da birden bire esen, az üşüten ama çokça serinleten bir rüzgarın hissettirdiği gibi bir kararsızlık var içimde. Önümden hızla geçip giden, bir yerlere yetişmeye çalışan insanların acelesinde şimdi zaman. Öyle hızlı, öyle dörtnala… Bense annesiyle dondurmacının önünden çekiştirilerek götürülmüş ama aklı hala o vişneli limonlu dondurmada kalan bir çocuk gibiyim. Durup durup arkama bakıyorum. Uzaklaştıkça oradan, çaresizliğimi kabul edişime öfkeleniyorum. Her zaman ki halim… Her çekiştirilişim hayallerimden kopuşumdu benim, damağımda limon tadı bırakan…
***
Arkadaşlarıma güvenip de oyuncağımı çok paylaştım çocukken ben. O yüzden hep kırılan benimki oldu. Ya annesi kızdı diğer arkadaşlarımın, getiremediler ;ya da yoktu ki öbürlerinin oyuncağı, hep benimkini sahiplendiler. Bu yüzden miydi acaba tüm iyi niyetimi, duygularımı hoyratça serdim herkesin önüne? Bu yüzdendi belki hiçbir şeyin tam olarak bana ait olmaması; hep bir paylaşma isteği. Anneleri mi kızardı; onlar da paylaşsaydı ya biraz iyi niyeti?.. Salçalı ekmek gibiydi halbuki. Öyle basitti ki paylaşması! Ama hep benim ekmeğim yendi.
***
Neler yaşadım yazsalar roman olur mu; bilmem. Belki… Ama işte o erik ağacının altında durup bekleyen hayallerim var hiç bir satıra sığamayan. Saatlerce beklenen ama gelmeyene duyulan aşkla karışık nefret gibi sancılı hayaller… Sorsan hemen kalkıp gidecek; ama ya gelirse ümidiyle çakılı kalanlar… Bir sigara yakıp, az sonra ardına bile bakmadan gidecekler sanki. Kırıklıklar var çokça, pişmanlıklar, keşkeler…
***
Şimdi erik ağacı, ben ve hayallerim oturmuş zamanı izliyoruz. Günlerce kapı gözlediğim, bir telefon sesine kulak kesildiğim; koşarak gittiğim ama evde bulamadığım iyi niyetleri, anlayışları tartıyorum gönül terazimde. Nereye koysam kırıklar hep ağır geliyor ya da bir inip bir çıkıyor küfem tahteravalli misali. Hep yanılan bir ben görüyorum şimdi… Koşmaya değil adım atmaya hali kalmamış duygularımın. Hangi yaramı sarsam, şaşırıp kalıyorum. Kağıt kesiği cümlelerim var dilimde ama bunu söylemeye cesaret edecek bir ben kalmamış; iyi ki… iyi ki sustuklarım bana kalmış da kesmemiş dostluk denen canı burnunda meretin şah damarını.
***
Öyle boşmuş ki tüm hüzünlerim, “daha ne olabilirdi ki” li cümleler hep yarışa gidiyor anılarımla sanki. Daha ne olabilirdi ki? Ne olabilirdi? Fedakarlık olabilirdi mesela, belki biraz sevgi… Erik ağacı hep kazanan da, ben ve hayallerim fazla yenik gibi.
Sen kal erik ağacı, bana şimdi sadece umut etme vakti…