Anlatsam seni saatlerce, bıkmadan usanmadan… Yeniden aşık olarak, yeniden yaşayarak seni doya doya… İlk gördüğüm andan başlasam hem de , “sil baştan” başladığımız günden belki de… Sanki unutmuş da yeni hatırlamış gibi, hatırlamış da unutmadan anlatmaya çalışır gibi…
Okuduğum kitabın arasındaki ayraç düşmüş de nerde kaldığımı bulamazmışım gibi kalakalırım hatırlamaya kalksam yeniden… Neye nerden nasıl başlarım ki anlatmaya… İlk tanışmamızdan mı, dertleşmelerimizden mi, farklı hayaller peşindeyken aynı hayalde buluşmamızdan mı, gitar çalıp söylemelerimizden mi, yaptığın yemeklerden ya da jestlerden mi? Belki de odamı basan böceklerden bahsetmeliyim ilk önce. Yok, yok! En iyisi kurduğumuzdan dünyadan başlayayım anlatmaya.
Gerçi hiç birini anlatamam ki ben… Dolar gözlerim hemen, istemsizce… Bana inat dökülür göz yaşlarım… Sahi; sen de düşüversene onlar gibi benden… Uzaklaşsana yüreğimden…
Dur! Vazgeçtim. Sakın gitme benden! Hazır değilim uğurlamaya seni. Hiç hazır olamadım hem de… Ama uğurlamak isterdim seni içimden biliyor musun? Hep hoş geldin demeden, hala senle yaşamadan ve seni anmadan doldurmak isterdim ömrümü…
Keşke tamamen veda edebilseydim sana… İlk önce ellerim veda etti ellerine… Gözlerim belki… Tam olarak hatırlamıyorum bile veda eden kimdi? Anılarım da veda ediyor işte yavaş yavaş. Daha az hatırlıyorum gözünün rengini, sesinin tonunu, kokunu, parmağındaki kalem izini, yüzündeki beni, sadece o kareli gömleğinle taktığın saati, en sevdiğin yemeği… Unutuyorum, kahretsin, bütün ayrıntıları… Belki de hepsi kalbindeki ‘ben’i kaybedince gitti aklımdan… Aklımın gitmesi bile belki de ondan!..