Gözümü açtığımda kanıyordu bütün ağrılarım. Bastırdım üstüne taşı, acımı görmezden gelip.. Ruhum her bir kan damlasıyla bir kez daha eksilirken, başım dönerken, yine diyordum kendime; kaç canın kaldı Aslı? Ruhumu
Gözümü açtığımda kanıyordu bütün ağrılarım. Bastırdım üstüne taşı, acımı görmezden gelip.. Ruhum her bir kan damlasıyla bir kez daha eksilirken, başım dönerken, yine diyordum kendime; kaç canın kaldı Aslı? Ruhumu
Yıllardır tanıyormuşçasına bakan gözler. Dokunan eller, öpülen dudaklar. Sadece bir anlık karşılaşma hatırasıyla yolunun kesiştiği bir gün… Konuşmak, konuşmak ve kavuşmak istemi tüm vücudumu sarıyor… Önce komik geliyor “yahu kaç
Bir banliyödeyim, belki Sirkeci’ye belki tam tersi Yeşilköy’e gidiyorumdur. Hava bahar. Kapıları açık banliyönün içine ılık ılık rüzgâr savruluyor güneşe eşlik ederek. Çocuklar trene kaçak binmenin neşesi ile bağırışıyorlar aralarında.
Nasıl anlatsam anlarlar? Bilemedim kaç yolu var ama var. Ben ha gayret çabalasam da anlatmaya Oldu olanlar. Unuttuğumu sandığım birçok şey. Arkaya attığım ve bir daha asla esamesini dahi okumak
Elindekine kanıklık etmeliydi insan. Hor görüp savuşturmamalıydı önünden. Aklından geçirmeliydi çokça zaman umursamadığı elindekine aslında başkalarının nasıl muhtaç olduğunu… Böyle büyütüldük biz. Ablamızın eskilerine kanıklık etmeyi mesela. Ya da zayıf
Kırıklar maddelere özgü olduğunda çok can acıtmaz. Nazar çıktı deriz, en kötü yenisine müracaat deyip teselli ederiz kendimizi… Ancak iç kırıklığın yansıyorsa kırıklara, o başka tabii… Bir gece vakti, hayvani