Gözümü açtığımda kanıyordu bütün ağrılarım. Bastırdım üstüne taşı, acımı görmezden gelip.. Ruhum her bir kan damlasıyla bir kez daha eksilirken, başım dönerken, yine diyordum kendime; kaç canın kaldı Aslı? Ruhumu çalan ruh gezerken oradan oraya fütursuzca, ben annesi ölmüş öksüz bir çocuk gibi kuyunun en dibinden bir ışık bekliyordum güne uyanmak için.
Gözümü açtığımda kanıyordu bütün yaşanmışlıklarım.. Neden bu kez derin ve gerçekken her şey daha dikkatli olmam gerektiğini düşünmediğimi. Sevgimle hoyratlığımın savaşında birinin her zaman yenik düşeceğini unuttuğumu.. Ruhum eksiliyordu bir kez daha tüm değersizliğiyle.
Gözümü açtığımda kanıyordu tüm düşlerim.. Birlikte olduğum ruhun benden nasıl uzaklaştığını izleyerek. Taşı bu sefer bastırıyordum göğsümün ta en ortasına. Akan kanın bir daha yerine gelmeyeceğini bildiğim halde kendimce durdurmaya çalışıyordum işte tüm çaresizliğimle.
Gözümü açtığımda gün doğmuştu. Ama bu sefer o parlak güneşin önünde duran kocaman bir toz bulutuyla. Öyle ki bulut bir daha hiç güneşin önünden ayrılmamacasına takmış pençelerini güneşe, aydınlık çaresiz. Ruhumun eşi daha çok ayrıldıkça kanayan vücudumdan, sökülüyordu işini bilmez terzinin kumaşı gibi deri’m.
Bastırıyordum daha çok kantaşını beceriksiz kendini hiç büyütmeyen ruhumun açtığı yaralara sussunlar diye. Gözümü açtığımda kanıyordu rüyam.. Gerçek olduğunu tüm bedenimle hissettiğim sonsuz bir gözyaşıyla. Rüya olmasını dilerken kapattım gözlerimi, bir kez daha güneşe uyanmak üzere..