Bir banliyödeyim, belki Sirkeci’ye belki tam tersi Yeşilköy’e gidiyorumdur. Hava bahar. Kapıları açık banliyönün içine ılık ılık rüzgâr savruluyor güneşe eşlik ederek. Çocuklar trene kaçak binmenin neşesi ile bağırışıyorlar aralarında.
Ayaktayım, ayaktayız.
Şu anda tutmaktan imtina ettiğimiz o ayakta tutma şeysilerinden tutuyorum. Tren raylardan giderken hafif hafif sarsıyor, dengem kaybolsa da şöyle ona doğru yanlışlıkla yanaşsam diyorum. Sonra ayak parmaklarıma yükselip omuzunun üzerinden, trenin kirli camlarından geçen tarihi yarımadayı izlesem sevdiğim adamın kokusunu da içime çekerek. Sallana sallana varsak Sirkeci’ye. Sirkeci garında bir-iki fotoğraf çeksek profesyonelmişiz gibi. Turnikeden geçerken ellerimizi yukarı kaldırsak hiç ayırmadan, dünyaya biz hiç ayrılmayacağız mesajını vererek. Yürüsek yürüsek… Kadıköy vapur iskelesinin önünden geçip Galata Köprüsü’ne doğru… Balıkçıların her an gelebilir umuduyla beklediği nimetleri nasıl sevinçle karşıladıklarına şahit olsak.
Sonra Karaköy… Genelde Karaköy’den bineriz vapura; hem daha az insan hem keyifli bir rota… Otururuz ikinci kata, alırız çayımızı simidimizi. Ha bir de vazgeçilmezimiz “Penguen”. Her hafta acaba bu sefer ne çizdiler diye heyecanlı bekleyişimiz, gülüşlerimiz, sarılmalarımız…
Vapur anımız ne çok! Şimdi hatırladım da Ada’ya gittiğimiz bir gün uyuyakalmıştım dizlerinde… Limon sıkma zımbırtısından satan adamın sesine uyanmıştım. Ellerin saçlarımda… Şu an kimdeler acaba? Hatırımda kalan o ‘an’a dair -huzur-…
Hani böyle gece yarısı yola çıkmışsındır, sabaha doğru radyoda Bulutsuzluk Özlemi çalar da camı açarsın alabildiğine rüzgâr tüm bedenini okşayıp uyandırsın diye… İşte öyle bir his. Bir daha hiç karşılaşmadığım…
Neyse ne diyordum?
Kadıköy’e gelmişizdir. Yürürüz boğaya, oradan Bahariye’ye doğru… Rexx’in önünden İgeçip Vazgal’a ineriz. Caz müzik çalıyor hep, seviyoruz orayı. iki kahve söyledikten sonra başlarız dünyanın, insanların hallerine, düzene, neler yapabileceğimize dair sohbetimize… Sen sigaranın ucunu koparıp içersin, ben de öykünüyordum sana bazenleri, sonra geçti. Yan yana olunca benziyor, uzaklaşınca yabancılaşıyorsun. Sonra sıkılıp tavla oynarız belki, zarların tahtaya vurdukça çıkardığı sesler gülüşümüze karışır. Duyarız kıymetini bilmediğimiz kalbimizin sesini en yüksek ritminde. bu böyledir.
Biz beşerler çok severiz anın kıymetini bilmemeyi… Yaşanılanlar kalbimizin duvarını kalınlaştırıp zindan duvarlarına dönüştürür. His, duygu, heyecan -ah heyecan- gibi insani bir çok şeyi yitiririz. Çünkü bir kere görmüşüzdür kalbimizi sonuna kadar açtığımızda başımıza neler gelebileceğini. Kalbimizi yok olan banliyöde, vapurda, Kadıköy’de bıraktığımızı hatırlarız… Çocuklukla bağlanan her kalp büyük yara bağlıyor göğsümüze. Sonrası hep bir bencillik… Alma-verme dengesi. Hep tertemiz hissediyorum bu sefer dediğin anda bir handikap.
Beklentin çok, gördüğün çok,
gözyaşın çok, beyazın çok..
kalbin az, hevesin az, ritmin az…
Bazıları şanslı, bazıları değil..
Ne mutlu!
Kalbinin nerede olduğunu duyanlara…
21/02/2021
Kazlıçeşme
Çok güzel ??
??