Ölüm hak, miras helal derler kültürümüzde. Katıldığım cenazelerde genelde 2. 3. günün sonunda konuşulurdu yakınları tarafından nasıl pay edileceği. Sanki kurbanda danaya girmişler amk 🙂 Düşünür hep gülümserdim o sahnelere. Bir gün benimde başıma gelince aynımı davranacaktım. Yok yok benden bir şeyler istemesinler de aman aman derdim.
Önce dedem öldü senaryo aynıydı. Cenaze yıkama aracına ben girdim karşılık beklemeden sevdiğim bütün insanlarda olduğu gibi beklemeden. Hadi kandırmayayım Aslında beklentim büyüktü.:(( Bir tane köstekli saati vardı bana bırakacağı onu da teyzem en küçük dayımın oğlu için çekmiş almış zinciri ile beraber koyduğu iç cebinden. Üzüldüm manevi değeri olduğundan benim için. Teyzeme de hiç öfke duymadım yanında. Onun insanlığına üzüldüm. Babası son nefesini verirken tilki gibi avlanmasına. Ah bu kezbanlar. Zaten sağlığında da erkek çocuklarına bırakmıştı malını mülkünü.
Sonrasında hayat devam etti. Ben liseyi üniversiteyi okudum bitirdim. Hem mektepli hem alaylı olarak hayatı kendi çabamla öğrendim ya da öğrenmeye çalıştım diyeyim. Yıllar sonra babam da gitti. Benim için değeri hiçbir şeyle hiçbir insanla kıyaslanmayacak bir insandı. Benim ben olmamda maddi manevi en büyük pay onundu. Zaten her anımda yanımdaydı yanımda, yanımda olacaktı. O yüzden hiç miras lafı etmedim. Ettirmedim. Hep allah verse de 1000 sene yaşasın istedim. O zamana kadar sonrasında tanrı. Gitmesinin üzerinden bir zaman geçtikten sonra bana dar gelmeye başladı yaşadığım yer. Boğuluyordum insanların çıkarcılığından iki yüzlülüğünden Anadolu kezbanlarının Ali cengizlerinden.
Yetti diyip terkettim bataklıklarını; devamlı sinek üreten bataklıklarını. Önce İstanbul’a gittim. Bir kaç yıl orada kaldım. En sevdiğim yer Beşiktaş’ta Kartal heykelinin olduğu yer ile mülga İnönü stadı trübünleriydi. Günler güzeldi zevkliydi. Ancak ben sıkılmıştım. İzmir, aydın, balıkesir, Muğla, Antalya, derken ülke de dar gelmeye başlamıştı. Bu kadar yer bu kadar insan bir babamın doldurduğu yere bozuk musluktan akan damla kadar düşmüyordu. Derken Japonya derken Çin, Avustralya, Tayland uzun yıllar uzak doğuda kaldım. Çok az süre dönüyordum memlekete kalanların özlemi yanında mecburi giriş çıkış için. Rusya, Ukrayna, Romanya, Moldova, Doğu Avrupa bloğunu da az çok görme fırsatım oldu.
Yıllarım bana verilen tiyatro sahnesindeki rolümü oynaya oynaya geçti gitti. E tabi birazda Avrupa görmedim değil. Dahası Amerika kıtasına ne gidecek ömrüm ne de halim kalmamıştı.
Ne aramıştım o kadar süre anlamış değilim. Aslında anladım da çok ağır geldi itiraf edemedim kendime. Dosto’nın 2 kere 2 dört mevzusunda bahsettiği gibi. Bende en son döndüm köyüme kaldığım yere. Ne ben eski bendim ne bırakıp gittiğim yerler aynı yerlerdi. Sanki zaman benim için ilerlemiş bu yerler için geri geri akmış. Keşke tam tersi olsaymış. Bırakıp gittiğim zamanki halini hatırlayınca dine imana gelip arkasında namaz kılınacak hale gelmiş. Şimdi düşünüyorum da arkamdan miras kavgası olur mu diye. Yok ben zaten kavgayı da sevmem etmek için neden de aramam.