içinde

15 Yıl İçinde Değişen Mutluluk Kavramı

1974 senesinde başlayana uzun soluklu, mücadeleci, azimli bir hayatın öyküsü bu. 10 yaşında İlk Türkiye yüzme şampiyonluğunu kazanmış, kupalar, müsabakalar derken yüzmeyi bırakıp yelken sporuna, rüzgar sörfüne yönelmiş spor hayatında hep ilkleri yaşarken zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın elinden Cumhurbaşkanlığı kupasını aldıktan sonra kuliste bayılmış ve bağışıklık sistemini tamamen güçsüz bırakan bir hastalığa yakalandığını öğrenmiştir. Spor hayatı artık son bulmuştur. Ancak başarıları devam etmiş, Türkiye’de ilk kez yayımlanan Marie Claire’nin kapağında yer alan İlk Türk kızı olmuştur. Bu başarısı ise ona 1992’de “Türkiye Güzeli” ünvanını kazandırmıştır. Derken bir gün aşk, onun da kapısını çalmış ve kısa bir süre içinde sevdiği adamla evlenip Amsterdam’a yerleşmiştir.

24 yaşına gelmiş bir kız çocuğu dünyaya getirmiş, kendince eksik olan duyguyu da tamamlamış, bu yaşına kadar şöhret, ödüller, ilkler derken işte artık Mutluluğu tam da hayatta olduğu nokta olarak tanımlamıştır. Üstelik bir de erkek çocuğuna hamiledir. Bu mutlu dünya, hamileliğinin 7. ayında karnındaki şiddetli ağrıyla gittiği hastanede rayından çıkmaya başlamıştır. Bebeğinin gelişmeyen alt çenesi sebebiyle rahmin salgıladığı suyu içememesi ve bu suyun O’na acı vermesiyle ilk gölge düşmüştü mutluluğuna.

8. ayda karnındaki minik bebeği dünyaya gelmek için erken davranmış ve zor bir doğum süreci başlamıştır. Ameliyathanedeyken herkeste bir ölüm sessizliği vardı, O ise bebeğinin sesini duymaya çalışıyordu. Eşi, korku içindeydi. Doğan bebeğin, alt çenesi gelişmemiş, baş parmakları ise yoktu. 2 saat sonra odada kendine geldiğinde bir hemşire yanaştı ve “Oğlunuzu hayatta tutmaya çalışıyoruz; ancak burada imkansız. Sizi başka bir hastaneye sevk etmemiz gerekiyor. Ancak bilin ki çocuğunuzun yolda ölme ihtimali çok yüksek; bu sebeple onunla tanışın ve vedalaşın” dedi. Bir annenin duyabileceği en korkunç cümleler. Oğlunun yanına gitti, bir hemşire oksijen pompası ile onu hayatta tutmaya çalışıyordu ve pompayı çektikten sonra sadece 3 saniyesi olduğunu tanışıp ve vedalaşması gerektiğini tekrar söyledi.

4 saat sonra başka bir hastanedelerdi. Doktorlar geldi; doğan bebeğin ağzından burnundan aldığı nefesin ciğerlerine ulaşabilmesi için gırtlağına bir tüp takılması gerektiğini anlattılar ve ameliyat için onay istediler. Onayladılar. Oğlunu hayatta tutabilmek için ne gerekiyorsa yapılması için doktorların gözünün içine bakıyordu. O küçük bebek, ilk ameliyatını hayattaki 6. saatinde olmuş ve yoğun bakıma alınmıştı. Yoğun bakım şefi aileyi tekrar yanına çağırdı ve çocuklarının kalbinin doğduğundan beri 2 kez durduğunu bu ameliyattan sonra bu gecede durmasını beklediklerini anlattı ve işte dünyanın en zor sorusu geldi : “Eğer tekrar durursa bırakalım mı yoksa hayatta tutmaya çalışalım mı?” Anne bu soruya Evet hayatta tutun!” derken baba “Hayır” demişti. O gece bebeğin kalbi durmadı. Annesi gibi vazgeçmedi.

365 gün boyunca yoğun bakımda kaldı bebek. Nager sendromu ile dünyaya gelmişti. Baş parmakları yoktu, alt çenenin gelişmemesi ve hayatı boyunca da gelişemeyeceğinden gırtalığındaki tüpe bağlı, yemek yiyemeyen, ses çıkaramayan, görme bozukluğu olan, kulaklarından birinde %60 diğerinde %40 işitme kaybı olan bir çocuktu. Fiziksel kaybı çoktu; ancak güçlü ve vazgeçmeyen annesi vardı.

Anne vazgeçmedi evet. Bebek odasını hastane odasına çevirdi. Ancak bir karar vermeleri gerekiyordu. Ya hayatlarını bu odaya sığdıracaklar ya da bu odayı hayatın içine alacaklardı. O anne ikincisini seçti ve hem oğlu hem kızı için hayatın içine karıştı. O bebek şimdi 14 yaşında… Hala yemek yiyemiyor, ses çıkaramıyor; ancak hayattan asla geri kalmadı. Bu süreç içinde küçük kız Tahra ise yaşayamadığı çocukluğu kardeşine hediye ediyor ve onun minik annesi, yoldaşı, arkadaşı, hemşiresi oluyor. Tahra da o buhranlı dönemi 1,5 yıl kimseyle konuşmadan geçirdi. Adı “Seçici Suskunluk” olan travmatik bir psikolojik hastalığa yakalanıyor. O da atlatıyor.

Hikayemizin kahramanı Özlem Kaymaz, 3. sağlıklı bebeğini de dünyaya getirdi ve 3 kardeş birbirlerine en derinden bağ ile bağlandı. Bu en derin bağın adı “Koşulsuz Sevgi” idi.

Birinden bir şey beklemeden sadece sevmek. Onu tüm kusurlarıyla, yanlışlarıyla, hatalarıyla… Sadece sevmek. Beklentiye girmemek.

Peki sadece bir anne mi evladına Koşulsuz Sevgi besler? Bana göre HAYIR. Bazen birilerini öyle seversiniz ki…

Yalın sevgilerin olduğu daha nice azimli hayat hikayeleri ile buluşmak dileğiyle…

Yazar SMYRNA

Siz Ve Biz Blog Editörü
Always Hope But Never Expect - Adana

Bir yanıt yazın

Yar da Benim Yara da

Kanaat