içinde ,

Memleketim Selanik

Gün artık dağların ardından kaybolmak üzere. Hani o gökyüzünde kızıl rengin en güzel tonunun olduğu anlar vardır ya; işte öyle güzel bir manzara karşımda. Arabamı dümdüz bir otobanda 120’ye sabitlemişim.

Karanlık yavaş yavaş kendisini hissettiriyor. Sağda ve solda köyler görüyorum. Işıkları yavaş yavaş yanmaya başlamış. Günün yorgunluğu hissediliyor. Sokaklarında kimseler kalmamış gibi. Tek tük insanlar telaş içerisinde eve gidiyor. Görmeden hayal edebiliyorum.

Biraz sonra o sokaklar tamamen bomboş kalacak. Sadece sokak köpeklerinin koşturmacası, oyunları ve sesleri kalacak. Evlerde sofralar kurulmuş olacak. Günün konuları konuşulacak.

Benim ise yolum daha var. Birkaç saat daha kaldı diyorum. Tıpkı o gökyüzündeki kızıllık gibi, o köylerin yorgun sokakları gibi yorgunum. Artık bitsin diye dakikaları sayıyorum.

Gözüm o köylere ilişiyor tekrar. Bir tarafta kilise var, diğer tarafta cami minaresi görüyorum. Ne garip değil mi? Yeryüzünde kaç yerde böyle bir sahne görebiliriz? Nerede yaşar iki farklı kültür bir arada? Biz yaşayamadığımız için mi garip geliyor acaba?

Ne çok hikaye var bu topraklarda? Dünyanın bütün ağır yükünü bu coğrafya taşımış bir zamanlar. Oradan oraya savrulmuş. Bu toprakların insanları bir türlü “evim” diyememiş gece yattıkları dört duvara. Kim bilir kim gelecek. Nereye gönderecek buranın insanlarını.

Benim hikayem de böyle başlamış aslında. Bugün Türkiye’de yaşayan milyonlarca insan gibi sonuçta. Çok abartılacak bir şey yok. Balkanlar; herkesin içerisinde kanayan yara. Aslında unutulmuş, unutulmaya yüz tutmuş bu acı. Eğer evinizde ihtiyar birileri varsa mutlaka sıcaktır bütün yaşananlar. Ancak çekip gittilerse bu dünyadan kendileri ile birlikte toprak oldu o acılar.

“Siz bizden değilsiniz!” denilerek gemilere bindirilmiş binlerce garip insan. Alt alta, üst üste… Hastalıklar baş göstermiş. Kimisi yoldayken hayatını kaybetmiş. Dayanabilenler ulaşmış İzmir limanına. Burada ne olur ne olmaz denilerek karantinaya alınmışlar.

Benim İzmir’de doğup büyüdüğüm semtin hemen aşağısıdır Karantina. Tabi bilmezdim çocukken orada yaşananları. Büyüdükçe anladım. Aslında ne kadar önemli bir semtmiş orası. Yaşadıkları topraklardan sürgün edilen insanlar ülkeye girmeden önce orada adeta bir haşere gibi kontrol edilmişler.

Bu yaşanan sıkıntı bile aslında ortaya çıkan acının en önemli delili. Kendi rızası olmadan sürüldüğü topraktan başka topraklara sürülmüş zavallılar. Bir de orada karantina altına alınmak!

Şimdilerde kendisini tarihçi sanan bazıları çıkmış; Selanikliler mültecidir diyorlar ya. Aklı sıra Suriyeliler ile karşılaştıracak. Suriyelilere meşruiyet kazandıracaklar. Sen orada bir dur önce. O iş senin boyunu fazlasıyla aşar!

Gün geceye döndüğünde varıyorum ata topraklarına. Pırıl pırıl bir şehir karşımda. Bir zamanlar dünyanın en önemli şehirlerinden bir tanesidir Selanik. Yahudi ve Müslümanın kardeş kardeşe yaşadığı topraklar. Bu güzel hoş görü ortamı, bu muhteşem ahenk tabi ki dünyanın kültür mirasına çok önemli katkılar sağlamış.

Osmanlı’nın son dönemi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarına damgasını vuran en önemli şehirdir Selanik. Osmanlı’nın son döneminde bir miktarda olsa modernleşmesi, demokrasiye doğru adımlar atması Selanik ve Selanikliler tarafından gerçekleşmiştir.

Cumhuriyet’i kuran ve ülkeyi kurtaran kadrolara bir bakın isterseniz. Kaç tanesi Selaniklidir! Hadi sadece Selanik demeyi bırakalım. Balkanlardan gelenlerin Cumhuriyet’e katkılarını hesaba katalım!

Bir kere Mustafa Kemal Atatürk’tür Selanik. Hiç tartışılmaz bile. Atatürk’ün hayatını ve fikri yapısını iyi inceleyen herkes bilecektir ki Selanik şehrinin katkısı çok büyüktür. O halde Selanik’te gezmeye öncelikle Atatürk’ün evinden başlamalı.

Ben Türk insanından en çok bu evde nefret ettim biliyor musunuz? Sakın bana kızmayın! Kendi memleketimi ve insanını elbette çok seviyorum. Ancak bir taraftan da nefret duygularım yok değil. Bu duyguların nedeni yine çok sevmem! Çok sevdiğim bir millet nasıl oluyor da böyle davranabiliyor anlamıyorum.

Ben 2 sene üst üste, 2 defa gittim Atamızın evine. Gezerken birçok kafile vardı etrafımda. Genelde turlarla geliyor insanlar buraya. Bizim gibi münferit gelenler de var elbet ama azınlıkta. Gelen turların içerisinde yabancı kafileler de var, Türk kafileler de…

Yabancılar büyük bir sessizlik, takdire şayan bir saygı ve dikkat ile geziyorlar etrafı. Ellerinde telefonları ya da fotoğraf makineleri yok! Anlamaya çalışıyorlar. Yeryüzüne gelmiş en büyük liderlerden bir tanesinin hayatı hakkında bilgi ediniyorlar. Her bir odada, her bir köşede yazan tüm yazıları dikkatle okuyorlar. Elbette sessizler. Çocukları bile öyle! Muhteşem bir saygı…

Biz Türkler ise sanki piknik alanında gibiyiz. Sağa sola koşturuyoruz. Her bir odada öz çekim yapma telaşı. Odadan odaya bağıranlar, kahkahalarla gülenler… O duvarda yazılı tablolara ve orada yazanlara bakan yok! Gerçi biz hepsini çok iyi biliyoruz tabi! Bizim milletin bilmediği bir şey mi var?

En alt katta bir sinema salonu var. O salonda Atatürk’ün çocuklarla iletişimi hakkında bir film dönüyor sürekli. Ben kızım ile birlikte o filmi izlerken içeriye çocuklar doldu ve yerlere oturarak izlemeye başladılar. Ayağa kalkıp; “Çocuklar bu film sizim için, gelin siz oturun!” diyerek yer veriyorum. Bir anda anne ve babalar sanki fırıncı “ekmek çıktı” diye bağırmış gibi koşuyorlar. Çocuklara bıraktığımız o yerlere tabiri caiz ise çöküyorlar!

Sen kendi atanın evinde böyle davranırsan, dünyada seni hangi millet ciddiye alacak? Hani hep Avrupa Birliğine girme gibi bir telaşımız var ya; sen daha Avrupa’ya açılan ilk şehirde, kendi Atanın evinde tam bir Ortadoğulu gibi davranıyorsun. Avrupalı sana vize vermese yeri var!

Mesela Yunanistan’da hiçbir tuvaletin arkasında kilit yoktur. Buna şaşırabilirsiniz. Şaşırmayın! Çünkü tuvalet kapısı kapalıysa eğer mutlaka içeride birisi vardır. Kimse gelip kapıya vurmaz! Ya da açmaya çalışmaz. Tuvaletten çıkan da kapıyı açık bırakır ki dışarıda kimse boşu boşuna beklemesin.

Arada sırada siz tuvaletteyken kapı “dan” diye açılabilir. O zaman da şaşırmayın! İçeriye gelen %100 bir Türk’tür. En azından ben bugüne kadar 1 kere bile farklı bir durumla karşılaşmadım. Bir zamanlarda sosyal medya hesaplarımda paylaşmıştım; iş yerinde tuvaletteyim. Kapı da arkadan kilitli. Biri gelip kapıyı itekliyor. Kapı açılmayınca tıklatıyor. Öksürüyorum anlaması için. Kapıyı bir daha itekliyor. Yine açılmıyor. Tekrar vurmaya başlıyor. Dolu diye sesleniyorum. Sonra çekip gidiyor. Bizim atalarımız Viyana kapılarını bu kadar zorlamadı.

Bunları kendi ülkemin insanını küçümsemek ya da başka bir milleti ön plana çıkartmak için anlatmıyorum. Hem dini açıdan hem de kültürel açıdan baktığımız zaman bizim medeniyet olarak çok daha ileride olmamız gerekir. Ancak gün geçtikçe geriye doğru gidiyoruz. Bizim büyüklerimizin zamanındaki medeniyet bugün ortada yok. Toplumlar ileriye gider ya da yerinde sayar. Geriye giden toplum olur mu?

Çok iyi düşünmeli, çok okumalı, çok gezmeli, kültürleri iyi takip etmeli ve çocuklarımızı buna göre yetiştirmeliyiz. Bizim Avrupa medeniyetlerinden daha ileride bir medeniyet seviyesinde olmamız gerekir. En azından başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Selaniklilere borcumuz var. Bu borcu ödemeliyiz!

Yazar Mehmet Ortaç

Dijital Pazarlama Uzmanı

https://mehmetortac.com/

2 Yorum

Yorum Bırakın

Bir yanıt yazın

Dansa Gittik…

Side, Ben ve O