içinde

Puslu Kıtalar Atlası – İhsan Oktay Anar

Muazzam!

Kitabı okuma listeme eklerken kapak fotoğrafı ve arka kapaktaki yazı çok büyük hissettirmişti bana. Osmanlı bilimi ile ilgili tarihi bir roman okuyacaktım. Böyle düşünmüştüm. Kitap beni fena şaşırttı. İçinden dönemin küçük küçük tarihi bilgilerinin serpiştirildiği, biraz tarihi, biraz felsefi, biraz bilimsel ama en çok da fantastik bir hikaye çıktı.

Anlayacağınız kutumda büyük hissetmiştim. İyi ki kutuma gitmişim ve kitabı okumuşum. Müthiş bir kitap!

Uzun ihsan Efendi ve oğlu Bünyamin iki ana karakter. Aslında kitapta çok farklı karakterler de var. Hepsinin varoluş sebepleri, amaçları, hikayeleri, hayalleri başka başka. (“DERTLİ” var mesela. Altı kez yıldırım çarpmış. Yıldırım ile gezen uğursuz!) Bu karakterlerin hikaye yerleştirilmeleri, iliştirilmeleri o kadar ustaca yapılmış ki hepsi farketmeden evrilmiş çevrilmiş Uzun ihsan Efendi ile Bünyamin’e bağlanmış. Yazarın bu yönüne hayran kaldım. Bambaşka olayları karakterleri tek bir olaya ustaca bağlamış. Geri dönüp tekrar bakmak zorunda kalmadım hiç!

Uzun İhsan Efendi iyi bir adam. İstihareye yatarak rüyasında türlü sorunları çözümlediğine inanılıyor. Günün birinde şüpheyi bir yöntem olarak belirleyen Rendekar’ın Zagon Üzerine Öttürme adlı kitabını okumasıyla kendi kendini sorgulamaya başlıyor.

“Düş görüyorum. Düş gördüğümden şüphe edemem. Düş görüyorum, öyleyse ben varım, varım ama ben kimim?”

Bu sorular ile cebelleşirken yıllarca üzerinde çalıştığı dünya atlasını bitirmeye karar veriyor. Ancak ilginç olan dünya haritasını istihareye yatarak gördüğü düşler ile tamamlıyor. Gezip görmek yok! Atlası Bünyamin’e teslim ediyor.

Bünyamin Uzun ihsan Efendi’nin oğlu. Kafası babası ile ilgili türlü sorular ile dolu.

Sen gerçekten benim babam mısın?

Peki annem kim?

Ben kimim?

Pazara giderken bana verdigin akçeleri nereden buluyorsun?

Günlerce yemeden içmeden nasıl yaşıyorsun?

Sen kimsin?

Bünyamin bir gün yirmi damlasının bir öküzü üç gün uyuttuğu bilinen babasının uyku şerbetini içerek bu soruların cevabını bulmaya çalışıyor ve hikaye Bünyamin için başlıyor. Bünyamin öldü sanılıyor. Gömülüyor ve mezardan çıkıyor.

Mezardan çıktıysa iyi lağımcı olur deniliyor Orduyu Hümayun’a katılıyor. Lağımcı oluyor. Casus kurtarıyor.

Kostantiniye’nin dilenci ordusuna katılıyor.

İstihbarat-ı Hümayun’ a bir şekilde dahil oluyor.

Bünyamin her şey oluyor ama hiçbir şey olamadığını hissediyor.

Düşler ve sorular içindeki hayatların, afyonlu uykuların, dilencilerin İstanbul’daki teşkilatının sokakta oynatılan ayıların, hırsız maymunların kerpeten ile çekilen dişlerin hikayelerini harmanlayan enteresan bir kurgu.  Hayaller ile hakikatlerin karıştığı anlaşılması zor gibi görünen büyüleyici bir yolculuk…

Sırlarla dolu dünyayı anlamaya çalışan casuslar, kehanet aynasında kıyametin kopacağını gören insanlar, kıyametten kaçmak için  icat edilmeye çalışan zaman makineleri…

Neler yok ki kitapta. Her şey var ama hiçbir karışıklık yok!

Descartes’ i Rendekar yapan Uzun ihsan Efendi ‘nin Descartes ‘in dediği “Düşünüyorum o halde varım.“ cümlesine karşılık “Rendekar yanılıyor. Düşünüyorum ama sadece ben var değilim. Düşündüğüm için asıl sizler varsınız. Sizler ve içinde yaşadığımız dünya!” der.

Varın gerisini siz okuyun ve içselleştirin.

Kitabı kaşlarınız kalkmış ve başınızı onaylar gibi sallarken bitirdiğinizi göreceksiniz.

Yazar Mediha Dinçyürek

Tarih Öğretmeni - İstanbul
Okumasını bilirsen, her insanın bir kitap olduğunu göreceksin. - William E. Channing

Bir yanıt yazın

SEN

İçimdeki Müzik – Sharon M. Draper