içinde

İlhan Akın – Sessiz Feryat (Gürcü Göçü)

Yazar İlhan Akın, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonrası Kafkaslardan Osmanlı devleti’ne doğru, Amcası ile Batum’dan göçe zorlanan küçük Dila’nın başından geçen olaylar zincirini, etkili ve akıcı bir dille anlatıyor..

Duygularınıza hakim olamayacağınız, vatanını geride bırakıp göç etmenin tüm zorluklarına şahit olacağınız, göç sırasında küçük bir kız çocuğu olan Dila’nın, amcası ve kader birliği yaptığı arkadaşı Lela ile kurdukları yeni hayatları..
Dila’nın yıllar içerisinde Osmanlı topraklarında gelişen gençliği, evliliği, anneliği..

Hasan ve Hüseyin adın da 2 erkek evlat sahibi olması, evlatlarını Balkan harbinde bu vatan uğruna şehit vermesi, Osmanlı Devleti’ne olan derin sevgisi, minnet borcu, onurlu ve dik duruşuyla verdiği mücadeleyi, sıklıkla gözleriniz dolarak okuyacaksınız..

Gitmek mi zor kalmak mı?
Gelecek nesillerinin tehlikeye düşmemesi, yüzyıllardır inandıkları islam dininin, çocuklarının yüreklerinden sökülüp alınmaması uğruna Rus Kırımından dolayı çıktıkları göç yolunda ilerlerken kendinizi bir korkak gibi hissetiniz mi?

Zordu göç..
Hem öyle zordu ki ölümü istetirdi çoğu zaman insana, Rus’ların yapmasından korktukları soykırımı karadeniz yapıyordu zira.
Karadeniz, karadeniz olmanın gereğini yerine getirip binlerce insana mezar oluyordu. Küçücük bedenler, gencecik anneler, başlarında Ata olacak büyükler tek tek yok oluyordu karadenizin azgın sularında.

Çocuklar telef olursa göçün ne anlamı kalırdı?
Bir annenin tüm direnişine rağmen çoçuğunun cansız bedeninin azgın sulara bırakıldığına şahit oldunuz mu?
Hayatta bir tek annesi kalmışken, küçücük bedenin annesini sulara teslim ettiğine?
Göç yolunda yalnız kaldığına? Başında dua edecek bir mezarı olmayışına şahit oldunuz mu?
Göç böyle bir şeydi. Ölen ölür, kalanlarla devam edilirdi. Tüm bu olanlara rağmen göç yolunda, karadenizde soğukla ve ölümle mücadele ederken bile, kendileri için değil geride kalanları için “Allah onlara yardım etsin” diye dua etmenin yüceliğine eriştiniz mi?

Batum Limanı’ndan Osmanlı Devletine ait karadeniz kıyısındaki Giresun topraklarına yolculuk, Küçükdere köyünde devam ederken, gün buralı olma günüydü.

Madem vatanlarına geri dönmenin mümkünü yoktu, buralı olmanın hakkını vermek, onurlu bir yaşam sürmek, yapabilecekleri en doğru şeydi. Bu geri dönüşü olmayan yolculuğa zorlayanlar, yıllardır kendi topraklarında huzur içinde onurlarıyla hayatlarını sürdüren insanları, vatanlarından koparıp atmakla vatansız bırakabileceklerini, Kafkas insanını kolsuz, bacaksız, köksüz bırakacaklarını zannediyorlardı.
Bilmiyorlardı ki Gürcü Halkı öz vatanları olan Kafkaslar’ın hasretiyle yanıp tutuşsa da gittikleri ya da zorla gönderildikleri her yerde sadakat ve dik duruşlarıyla onur mücadelesi vereceklerdi…

Arka kapaktan hisse;

Gürcistan’dan kopup göçen Anadolu kadınıyım ben..
Sen ise, yüreğine mavzer yemiş yaralı bir asker…
Nasır tutmuş, kınalı ellerimle alın terini silmek görevdir bana…
Sende bilirsin ki “VATAN” deyince akan sular durur bu cennet “MEKÂN” da…
Sakın ha, beni gözünde büyüteyim deme.
Yüzünün akıyla yaşamaya çalışan,iki oğlunu da vatan uğruna şehit vermekten gurur duyan, yaşlı bir anne…
Ben değilim oğul, ben değilim sadece…
Çocuklarının yanında,her bir şeyini vatan için feda eden çok kişiler bilirim gerimde…
Lazı da öyledir, Kürdü de…
Boşnağı da öyledir, Çerkezi de…
Abhazı da öyledir, Gürcüsü de oğul…
Kardeşlik demişler ismine…
“BİRİMİZ HEPİMİZE, HEPİMİZ BİRİMİZE.”

Yazar Tuğba Özcan

5 Yorum

Yorum Bırakın

Bir yanıt yazın

Sekiz Mevsim

Patrick Süskind – Filmiyle Kitabıyla KOKU