
Sevgi… Hayatımızın en çok konuşulan, en çok şiire, şarkıya, romana konu edilen duygusu. Peki hiç düşündünüz mü, sevgi gerçekten sıralanabilir mi? Birini diğerinden daha çok sevmek, sevgiyi ölçmek ya da hiyerarşik bir düzene oturtmak mümkün mü? Bu soruya verilecek cevap aslında kiminle konuştuğunuza, hangi çağda yaşadığınıza, hangi kültürden geldiğinize göre değişiyor.
Psikolojide sevginin yeri farklıdır. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde insanın temel ihtiyaçlarını giderdikten sonra ulaşmaya çalıştığı bir basamak olarak anlatılır. Önce karnımızı doyurur, sonra barınır, ardından güvenliğimizi sağlarız, nihayetinde kalbimiz bir yerlere ait olmak ister. Yani sevgi, insana insan olduğunu hissettiren bir ihtiyaçtır. Ama bu ihtiyaçta kime, hangi sırayla yöneliriz? Bazen önce ailemiz gelir, bazen en yakın dost, bazen de ilk aşkın heyecanı… Burada bir matematik yoktur, herkesin sırası kendi kalbinde şekillenir.
Manevî gelenekler ise bu konuda çok daha kesin bir yol çizer. Tasavvufta önce Allah sevgisi vardır. Onu peygamber sevgisi takip eder, ardından yaratılanlara duyulan merhamet gelir. Bu aslında sevgiyi bir yolculuk gibi görür. Yukarıya, yüce olana yönelmeden, aşağıya yani dünyadaki insanlara saf bir sevgiyle bakılamayacağı söylenir. Bir bakıma sevgiyi düzenler, sınır çizer. Ama burada da insanın ruh hali, inancı, yaşamı belirleyici olur.
Günlük hayata dönersek işler daha da ilginçleşir. Bir baba için çocuğu her şeyin önündedir. Bir genç için kalbini çalan aşk, dünyayı susturur. Bir yaşlı içinse yılların dostluğu, hatıraların yükünü hafifleten en kıymetli hazinedir. Kimi zaman bir anne sevgisi, kimi zaman bir kardeş dayanışması, kimi zaman da insanın kendine olan sevgisi öne çıkar. Evet, kendine duyulan sevgi de önemli bir yere sahiptir. Çünkü insan önce kendini sevmeden başkasına sevgisini doğru dürüst veremez. Ama bu noktada şunu da unutmamak gerekir: Kendini sevmek ile bencilliği karıştırmamak lazım.
Sevginin sıralanabilir olup olmadığı sorusu belki de yanlış bir sorudur. Çünkü sevgi, aynı anda farklı yönlere, farklı yoğunluklarla akar. Birini daha çok, diğerini daha az sevdiğimizi zannetsek de, aslında her sevgi kendi tahtında benzersizdir. Anne sevgisiyle dost sevgisini, çocuk sevgisiyle eş sevgisini kıyaslamak doğru değildir. Onlar ayrı dünyalar, ayrı tatlar taşır. Sıra yapmaya çalıştığımızda kaybolan şey belki de sevginin kendisidir.
Yine de insanın içinde bir öncelikler listesi vardır. Belki farkında olmadan birini korumak için diğerinden vazgeçeriz, belki birini seçmek zorunda kalırız. İşte o anlarda “sevgi sıralaması” kendiliğinden ortaya çıkar. Ama hayat devam ettikçe bu sıra değişir, yerler kayar, kalbimiz farklı seslere açılır.
Benim yorumum şuöyle; Sevgi sıralaması, kağıda dökülmüş bir liste değil; kalbimizin güncel ajandasıdır. O ajanda sürekli değişir, kimi zaman eski sayfaları sararıp silinir, kimi zaman yepyeni bir sayfa açılır. Önemli olan kimin en üst sırada olduğu değil, kalbimizde sevginin her daim yer bulmasıdır.
Ve belki de en güzeli şu soruyu kendimize sormak: Sizce sevgi gerçekten sıralanmalı mı, yoksa her sevgi kendi tahtında mı yaşar?