İdealleştirilmiş kişiliklerimiz vardır her birimizin zihninde yarattığı. Henüz çocukken annenin, babanın ufak bir tepkisiyle şekillenir. Onlara kendini sevdirdiğini hissettiğin her anı eklenir o karaktere. Onaylandığın, hoş görüldüğün her an yaptıklarını hayatının devamında da yapmak istersin. Bundan kazancın duygusaldır fakat farkına bile varmazsın. Sevilmek için kabul edilmek için hep ebeveyninin onayladığı davranışlar yapman gerektiğine inanırsın. Çünkü o sınırlardan çıktığın her an o sevgiden mahrum bırakılır, kınanır ve hatta cezalandırılırsın.
Peki ya bu sınırlar nasıl oluşmuştur? Toplum kendine karşı çıkmayacak, egemen gücü sorgulamayacak, ancak kendi oluşturduğu normlar içinde mutluluğu arayıp bulmaya çalışacak bireyler ister. O ebeveyn de bu toplumun bir ürünüdür zira. Zira?
Ailenden ve toplumdan elde ettiğin duygusal kazanç için kendini etrafındakilerin istediğine göre şekillendirmeye başlarsın. Kendi arzularına bakmadan büyüme ritüellerini tamamlar, sana sunulan oyunları oynar, sana uygun görülen okullara gider, uygun görülen mesleği yaparsın. Muayyen sınırlarda gezer tozar, para kazanır arada bir kendi kararlarını verir ve özgürlüğün bu olduğunu, kendi istediğin gibi yaşadığını düşünürsün.
Çok da içinden gelmeyen iyilikler yaparsın sırf sevilebilmek için. Fedakarlıklar yaptım der karşılığını bulamadığında hayal kırıklığına uğrarsın. Hayır demen gereken durumlarda sesini çıkarmamayı öğrenirsin uyumlu olduğunda yaşamanın senin için daha kolay olduğunu deneyimlediğin için. Hareket alanın daralırken senin tolerans gösterdiğin çevre gün geçtikçe genişler. Hayatına giren karşı cins seni sevsin diye, patronun seni onaylasın diye, iş arkadaşların seni eleştirecek veriler bulmasın diye içinden gelenden ziyade olması gerektiği gibi davranır gidersin.
Bir gün gelir artık idealleştirdiğin kişilik öyle uzaklaşır ki özündekinden; aradaki fark seni huzursuz etmeye başlar. ‘Kendin için’ yapmadığın şeyleri dile getirmeye başlarsın. Halbuki onları da kendin için, sevilmek için yapmıştın. Fakat aslında sana getirisinden ziyade özünden uzaklaştırmasının gerçekliğiyle yüzleşmişsindir. O ılımlı halin seni diğerlerinin içinde kabul edilebilir yapmistir. Böylece o korktuğun dışlanma tehdidini hiç yasamamışsındır.
Şanslıysan(?) belki seni o mükemmel görünmeye çalışan halin olmadan da seven biri girer hayatına belki de bir evlat getirirsin dünyaya.. Koşulsuz sevgiyi tadarsin bir gün ya da onlar sevsinler diye olmaya çalıştığın kişi mideni bulandırmaya başlar sonunda. Kendinden her sabah biraz daha uzaklaşıp her gece yeniden sarılırsın.
Birileri seni sevmezse nasıl yaşayacağını bilemezsin, yalnız kalmaktan korkarsın, yalnız ölmekten korkarsın. Kendini sevmek diğerlerinin seni sevmesinden daha zor gelir. Onları kandırmak ise çok daha kolay.