“Hayatı ilginç kılan, bir hayalin gerçekleşme ihtimalidir.” Paulo Coelho
Aynanın ilk kullanılışı insanoğlunun metali keşfiyle başlar.
Parlatılan ilk metal insanın su haricinde kendi aksini gördüğü ilk yüzeydir.
Kendisinden yansıyanı birebir görebildiği ilk yüzey.
Ayna bu yalansız hizmeti sayesinde insanoğlunun hayatına derhal girdi ve yüzyıllar boyunca kullanıldı.
17. Yüzyılda Venedikliler Murano adasına hapsettikleri cam ustaları sayesinde metal yüzeyin camla buluşmasını sağlayıp, günümüzde kullandığımız anlamda ilk aynayı yaratmış oldular.
Camın pürüzsüz yüzeyi aynanın yalansız geri dönüşünü de pekiştirdi.
Aynanın gördüğünü olduğu gibi yansıtması hali insanoğlunun onun bu özelliğinden faydalanma isteğini kamçıladı.
Aynayı eğerek, bükerek, küreselleştirerek, konkav hale getirerek, rengini değiştirerek, sırrının özellikleri ile oynayarak onu bir sürü farklı işe koştular.
Zavallı ayna bir müddet sonra kimyadan-fiziğe, tıptan-biyolojiye, silahtan-teknolojiye kadar her yerde insanoğluna hizmet etmeye başladı.
Hali ne kadar değiştirilirse değiştirilsin, o doğru bildiği işi yaptı ve üzerine düşen görüntüyü yansıttı.
İnsanoğlu bu durur mu?
Bu kadar işe yarayan bir gereçten sadece madden kullanımla yetinir mi?
Ayna mitolojide, sosyolojide, dinler tarihinde, İlluminati’den büyücülüğe, görenekten geleneğe, haktan batıla, yerleşmekte de sıkıntı duymadı.
Üzerine düşen ışığı veya görüntüyü olduğu gibi yansıtan ayna, ona yüklenen tüm bu özelliklere rağmen hep yapması gereken işi yaptı.
Gece ışığı açmadan banyoya girip aynaya baktım, içimde ki karanlığı yansıtırcasına karanlık ve içimde ki derin boşluk kadar dipsizdi.
İşini doğru yapıyordu yine.
İçine doğru düşmekte olduğum derin ve karanlık deliğin yüzeyleri kadar pürüzsüzdü yüzeyi, tutunamıyordum.
Düşüşümün sonu ayna gibi paramparça olarak sonlanacak ve parçalanan bedenimi hiçbir yapıştırıcı bir araya getiremeyecekti.
Düşüyordum, karanlıktı ve korkuyordum.
Senin sevdanla karanlıklarda yaşarken senelerdir ve her karanlık koruyuculuk içerirken, bu kez karanlık dehşet içeriyordu.
Karanlığı severken ve sığınırken kucağına emin sessizliğinin, bu karanlıktan ürkünç çığlıklar geliyordu.
Ayna ölüm gibiydi, siyah, sessiz ve pürüzsüz.
Hemen sevdanı çağırdım, koştu biçare.
Kim anlayabilirdi ki onun kadar beni, kim bilebilirdi ki onun kadar karanlıkların dilini.
Korkum geçti, alıştım yeniden karanlığın koyu sessizliğine, içinde bir beyaz sen vardın.
Beni paramparça olmaktan kurtaran bembeyaz bir sen.
Şimdi gönlümde sadece sevdan yok, birde hayat borçlandık sana.
Borcun en güzelini borçlandık.
Ayna ve aynada ki ben, yani sen…