Şimdi başlığı okuyunca olayın ismi lazım olmayan gündem konusu olduğunu anlamayacaksınızdır; ama benim de bu konuda isyaaaannım var.
2020’nin 11 Mart’ında ülkemize giriş yaparak hayatlarımıza da mum dikti. Önümüzdeki birkaç sene daha etkisinden kurtulabileceğimizi düşünmemekle beraber; benim hayatımı nasıl değiştirdiğine değineceğim. TLC’ye çıkmama ramak kala durumumdan bahsedeceğim.
Ne dedik 11 Mart’ta geldi; pat 16 Mart okullar 2 hafta tatil edildi. İlk golünü atmış oldu kendileri. Tam kızımı yeni düzenine alıştırdım derken eve kapatıverdim bu 2 hafta süresince. Vaka sayıları yükseldikçe, devlet bir takım önlemler alarak KÇÖ’yü (Kısa çalışma Ödeneği) çıkardı. 27 Mart’ta firma olarak bu sisteme dahil olduk; haftada 3 gün bu kez kızımla beraber iş yerine gidip gelmeye başladım. İş yerinde hem anne hem çalışan oluyordum; üstüne bir de her gün 90 km yol çekiyordum. 20 yaş altı ve 65 yaş üstü sınırlaması getirilince de her sabah polislere laf anlatma çilesi de üstüne eklenince artık yay gibi gerilmeler başlamıştı.
Gitmediğim 2 gün de evden çalışma vardı; ama bir annenin evden çalışmasının tek olumlu gibi görünen yanı çocuğunun yanında olmasından başka bir şey değildi. Eğitim ya da toplantıda olduğun bir vakitte tuvaletten “Anneeee bittiii!” diye çağıran bir yavrunuz varsa her şey inanılmaz zorlaşıyor.
Bunlar bir yana benim obsesifliğim alttan alttan işliyor; beynimi örümcek ağı gibi örüyordu. Dezenfektan banyosu yapasım geliyor; koltuklardan, kapı kollarına, duvarlara, kıyafetlere aklınıza gelebilecek her şeye dezenfektan sıkmaya başladım. Marketten alınan her bir ürün dezenfektanla siliniyor, pazardan alınan her meyve sebze sirkeli sularda bekletiliyor, yıkanıyor ve dolaba o şekilde girebiliyor. Yumurtanın üzerine dezenfektan sıktığımı duyanlar “Sen kafayı yemişsin” dediklerinde siz ciddiye almıyorsunuz deyip atarlanmalarım başlamıştı.
Nisan, Mayıs ayları geldi geçti, park yok, gezmek, dolaşmak, yakın çevre ile görüşmek.. Hiç biri yok. Haziran ayı geldi çattı; hala kısmi çalışmadayız ancak daha düzenli ve yeni normalde gelmemiz gerektiği için artık kızımı getiremeyecektim. Bu kez evde ve bir bakıcıyla beraber kalacaktı. İşte obsesifliğimin ilk düğümü bu noktada atıldı. Eve bir yabancı girecekti. Dışarıda kiminle temas ettiğini bilmediğim, hangi ortama girdiğini asla öğrenemeyeceğim biri evime gelecekti. Haliyle ne oldu ev temizliğini 2 katına çıkardım. Sabahın 6’sında kalkıp 3-4 saat sonra uyanacak kızımın tostunu, yumurtasını, böreğini ya da o sabah ne yemesini istiyorsam hazırlamaya başladım. Ben hazırlayayım yiyeceğine benim elim değsin amaç aslında. Evin her köşesine dezenfektan/kolonya yerleştirdim ki görünürde oldukça bakıcımız sürekli dezenfekte etsin elini.
Eve bir yabancı alarak kırdığım kabuğa bir de ne ekledim bilin bakalım. Maya! Minik bir kedi. Kardeş isteyen kızıma kedi sahiplenme fikri evet tamamen bana aitti; ama kedi kumu, tüyü ve kemirdiği yatağımı o an çok hesaba katmamıştım. Her gün yapılan temizlik, evde kaldığım günlerde gün içinde 2’ye çıkmıştı. Pati izleri, tüm evi baştan sildiriyordu. Bazen sildiğim yeri beğenmeyip tekrar siliyordum.
Böyle böyle geldik Eylül ayına. Tabi bu süreçte ters düşmediğim insan kalmadı. Maskesini takmadığı için tartıştığım, sosyal mesafesini korumadığı için ağız dalaşına girdiğim, dezenfektan kullanmadığı için küstüğüm bazen tanıdığım bazen tanımadığım pek çok insanla karşı karşıya geldim.
Fark ettiyseniz yazımın hiç bir cümlesinde de kullanmadım malum ismi. 7 aylık bu süreçte mental olarak zayıfladık, yorulduk. Aynı cümleleri defalarca duyduk, okuduk bazen de yazdık. Kırdık, üzüldük. hepsi normalimize kavuşmak içindi; lakin artık Ela’nın Levent’e dediği gibi “Ben de her akşam saat 19:30’da yayınlanan yeni vaka sayısının bir parçası olmayacağıma dair umudumu yitirdim Sn. Bakanım.”
Çember daralıyor.
Ya TLC Temizlik Bağımlıları Programına çıkacağım ya da Sayın Bakanımızın vaka sayısı açıklamadan önce onca çabaya rağmen nasıl yakalandığımı anlatacağı kısa hikayesinde yer alacağım.
Aranızda psikolog olan varsa da yardım ederse süper olur 🙂