Vakti zamanında şirin köylerimizin birinde elmacı Mehmet Amca yaşarmış. Elma ağaçları ile dolu olan bahçesinin ortasındaki evinde tek başına yaşarmış. Mehmet Amca yaşının ilerlemesinden olacak ki artık ağaçları ile eskisi gibi ilgilenemez olmuş. Kırmızı elmaları çok meşhurmuş. Lezzeti ile dillere destan elmalarının kırmızı renginin parlaklığı ise insanların gözünü alırmış.
Günlerden bir gün elma ağaçlarının arasında gezinirken ağaçların birinde yaprakların arasında sarı renkte bir şey durduğunu farketmiş. Yaklaşıp baktığında dallardan birinde bir limon bittiğini görmüş… şaşırmış kalmış… elma ağacında limon nasıl olur?
Onca yıllık çiftçi olan mehmet amca buna bir anlam verememiş. Limonu koparmaya da kıyamamış. Bir gün sonra ağacın yanına gittiğinde mehmet amcayı bir tuhaflık daha bekliyormuş. Başka bir dalda bir erik bitmiş. Başka bir dalda ise portakal…
Mehmet Amca endişe mi etmeli yoksa sevinmeli mi bilememiş. Soluğu köyün kahvesinde almış. Oradakilere seslenmiş.
-Ey ahaliii benim elma ağaçlarımın birinde farklı meyveler çıktı aranızda böyle bir olayı daha önce yaşamış birisi var mı?
Köylüler; “Olmaz öyle şey!” deyince gelin bakın demiş ve tüm köylü Mehmet Amcanın bahçesine gitmiş.
Halk gözlerine inanamamış… gerçektende her dalda farklı bir meyve bitmiş. Elma, üzüm, şeftali, kiraz, erik ne ararsan var manav dükkanı gibi.
Köylülerden biri: “Bu ağaç büyülü”, bir diğeri “sihirli” derken neler olup bittiğini anlamaya çalışmışlar. İçlerinden biri; “Bu işi bilse bilse bilge hoca çözer buraya çağırıp soralım o bir açıklama yapar” demiş.
Bilge hocayı alıp gelmişler. Ağacı inceleyip biraz düşündükten sonra konuşmaya başlamış hoca; “Bu agaç doğuştan yani tohumundan aşılı. Şimdiye kadar görülmemiş bir güzellikte. Allah’ın bir hikmeti” demiş. “Bu ağaçtan bir benzeri daha bulunmaz. Sakın ola ağacın meyvesini, yaprağını koparayım demeyin” demiş.
Köylüler hayret dolu bakışları ile akşama kadar ağacı izlemişler meyvelerini koparmadan dokunmuşlar. “Hayret doğrusu Allah neler yaratıyor diye söylenmişler…”
Sabah olmuş… erken saatlerde elmacı Mehmet Amca’nın kapısı çalınmış. Gelen köylülerden biriymiş.
-Ne var ne istiyorsun?
-Şu senin değişik ağacın bir dalını alıp bahçeme ekersem benimde olur. Ne olur bana bir dalını versene…
Mehmet Amca “olmaz!” demiş ama sonunda köylünün verdiği epeyce bir paraya ikna olup bir dalını kırmasına müsade etmiş. Köylü limon biten dalı koparıp gitmiş.
Az bir zaman sonra başka bir köylü gelip aynı teklifte bulunmuş. Mehmet hoca; “Bu işin sonunda zengin olacağım sanırım” diyerek iştahı kabarmış. O köylüde erik biten dalı koparıp gitmiş. Akşama kadar bir çok köylü mehmet amcaya aynı teklifte bulunmuşlar ve herkes bir dalını kırmış gitmiş ağacın.
Dalları kalmayan agaç, kısa bir sürede kurumuş gitmiş ama Mehmet Amca halinden memnun. Çünkü çok parası varmış artık. Ertesi sabah da köyü terk edip şehre yerleşmiş. Lüks içinde bir yaşam sürmüş…
İki seneye kalmamış Mehmet Amca’nın parası bitip köyüne geri dönmüş. Köy kahvesine varıp oturmuş. Köylünün hali nicedir diyerek… hoş beş sohbetten sonra Mehmet Amca köylülere sormuş:
-Ee ne oldu diktiğiniz dallar?
-Diktiğimiz dallar ağaç oldu, meyve vermeye başladı. Yanlız bir tuhaflık gördük bu işte biz hepimiz dediler.
Mehmet Amca; “Ne oldu ki?” diye sorunca,
-Hangi dalı koparıp diktiysek o meyveden başkasını vermedi.
Bilge hoca konuşmaları sessiz bir şekilde dinledikten sonra söze başlamış.
-Size dalını yaprağını koparmayın demiştim. Şimdi anladınız mı ne demek istediğimi? Ağacın gövdesi önemliymiş, kökü önemliymiş keramet dalında değilmiş”
Gökten 3 kırmızı elma düşmüş. sonrasında kimine armut, kimine ayva, kimine kızılcık…