Zihnimde kelimeler, 23 Nisan’ın şen çocukları gibi yerinde duramıyor; koşturuyor tutamıyorum içimdeki duygu şelalesini. Hüzün ağır basıyor bugün, kelimeler coşkulu bir çıkış yapmak istese de… Terazinin diğer kefesinde korku var, rahat davranmaya çalışsam da.
Bu duygu selinin odağında tabii ki yine O var. O büyüdükçe onu koruyamazsam endişesi de büyüme başladı. Biri yanlışlıkla omzuna değse ne bileyim hafifçe itse bunu yapana neler yapabileceğimi hayal ederken buluyorum kendimi. Bile isteye zarar verse düşünmek bile istemiyorum. Çok kırılgan, hassas küstüm çiçeği gibi. Ruhu da öyle, yaşadığı olumsuzlukları 4 yaşına sığdırmış, ben ona o 4 yaşındayken çok kızmışım, o 4 yaşındayken bacağına vurmuşum.
Bazı şeyleri çok iyi yapmak istersiniz ama bir türlü olmaz ya “elinizden geldiği kadar”ı olur sadece. Bazen bunu kabul edemiyoruz ya da ben edemiyorum. Onun için EN iyisini isteyip orta hallisini sunabiliyorum. Memnun değilim, mutlu hiç değil. Hislerimin bir yazıcıdan çıkarılmış kopyasını O’nda görüyorum. Cıvıl cıvıl olması gereken ortamda ufacık bir şeye takılıp olumsuza odaklanıyor, eğlenmesi gerekirken somurtuyor. Şu meşhur bardak var ya onun hep boş tarafından bakıyor. Aslında pek çok arkadaşı onu severken o sevilmediğini düşünüyor.
Bana iki gömlek ağır geliyor, her gün evi silip süpürmek, toparlamak nasıl 50 kiloluk bedenimi çok yoruyorsa bu korku ve endişe de ruhuma ağır geliyor. Durup dururken hüzünlendiriyor. Yapmaktan zevk aldığım şeylerden uzaklaştırıyor, kabuğuma geri döndürüyor. Mesela yine okumayı bıraktım, müzikte dans etmeyi hatta yaz geliyor diye bile sevinemiyorum.
Diyorum ya zihnim, duygularım bir çocuğun oyuncak sepeti kadar karışık, içinden bir çay kaşığı bile çıkabilecek kadar dağınık, yapmam gerekeni, bana iyi gelecek olanı biliyor ama yapamıyorum. Hüzünlü yazılardan kurtulmak dileğiyle…