Evde uzanıyorum.
Mevsim Yaz.
Çukurova sıcağında şort tişort. Soğuk biramı yudumlayarak serinlemeye çalışıyorum. Bir kaç gün evvel kızdığım aracımı satmışım. Bir yerlere de gidemiyorum. Olur olmadık zamanda nazlanacağı tutar yolda koyverir. Ben mi ona biniyorum o mu bana belli olmadığından.
Leblebiyi havaya atıp ağzımla tutuyorum. Kafam çakırkeyf. Kulağımda it’s my life. Derken müzik kesiliyor başlıyor telefon çalmaya. Çatlak arkadaşım Antalya’ya gidiyoruz hadi gel aşağıdayız diyor. Tamam geleyim de az bekleyin toparlanayım küçük bir çanta yapayım bavulda gözüm yok. Olur mu öyle bekletmek sadrazamın sol kulağını. Esereklinin biriyim zaten. Onu bekletmek değil mesele vazgeçiveririm gitmekten. Aman tanrım şort tişört terlik tam maraba üniforması heyecanla biniyorum araca. Bu bir de şoför ayarlamış kendine masraflarını çekecek sağa sola giderken alkollü araç kullanmayacak. Tabi bana hoş para var huzur var:)) çıktık yola. Vardık Antalya’ya. Şoför sendense; rehber benden. Aldık benim arkadaşı. İngilizce Rusça var bol bol.
Kemere geçeceğiz.
Benim arkadaş hayırlı arkadaştır. İçecek bir şeyler getirmiş gelirken. Şoför hariç serserilik yapıyoruz. Derken kendimizi kamyonun altında buluveriyoruz. Buruşmuş olan Motor kaputundan kamyon da pek ayırt edilmiyor ya neyse:), Adam levyeyi çekmiş küfürler yağdırıyor bize. Dördümüz öylece araçta oturuyoruz, baykuş gibi kıpırdamadan. Aracın sahibi arkadaş ağıt yakıyor hayatta tek dikili ağacım bu araba diye. Onun ağıdı ile kamyoncunun küfürleri kulağımda çınlıyor. İniyorum araçtan tek başıma. Sert adam. Bir hal hatır sor yaralı… Tanrı göstermesin ölü var mı diye çıkışıyorum buna. O sıra polis geliyor sakinleştiriyor adamı. İşlemler yapılıp bırakılıyoruz. Araçta motor kaputu da yok.
Tatil başlamadan bitecek gibi görünürken Rehber inferno ve aura diye iki mekandan bahsediyor. Ukraynalı Rus kadınlardan bahsettikçe Bizim ahey ahey diye ağıtlar yakan çatlak birden UFO görmüş masum köylü gibi geliyor galeyana. 1789 yılında Avrupa’da insanlar özgürleşirken Aksaray’da eşeğe tecavüz edenlerin torunu gibi. Rehber anlatmaya devam ediyor içerideki kurallardan bahsediyor. Şunu yapmayacaksınız bunu yaparsanız şöyle olur. İyi de kimse demiyor içeri nasıl gireceğiz. Ben zaten malum pamuk işçisi gibiyim. Ağası değil. :(( araba desen geçtik range Bmw Mercedes vw dacia logan. Neyse bizim kaputsuz aracı şöyle az öteye park ettik. Rehber siz bir şeye karışmayın ben sizi içeri sokacağım diyor. Güveniyorum arkadaşıma yapar mı yapar bana rağmen yapar. 🙂 Giriyoruz içeriye herkes bana bakıyor ben de mağrur bir şekilde duruyorum. Kıroyum ama para bende hah. Böyle aşağıda pist tam cehennem gözümün önünde, insanlar tepiniyor, pistten az yüksekte dans eden dansçı kızlar hatırlıyorum onlara dokunmak yasak. Bar, az önünde deri koltuk ve sehpa o da vip miş. Ben etrafı tanımaya çalışırken bizimkiler bir yer ayarlamış geçtim yanlarına ayakta bira yudumluyoruz. Bizim yanımıza aldığımız şoför herkesten önce yapmış kafayı hangi ara olduğunu anlayamadığım şekilde. Herkesi bırakmış sigaracı kıza yürüyor. Gelirken demediler mi sana arkadaşım sigaracı kıza sarkma diye. Güvenlik bunu uyarırken birde vip e giden kocaman chivas şişesini de kırmadı mı? Taa o zamanlar 400 TL patladı. Ya garson ödeyecek ya bu. Bir yudum almadığım sişe gibi bende bir anda param parça oldum. Kaçacağım da ayağımdaki terlikle en fazla 3-5 mt katedebilirim. Bir de güvenlikler hep iri kıyım hışımızı çıkarır vallah. Çatlağın ağıtlarının yerini bizim şoför arkadaşın göz yaşları aldı. Çatlak inat ediyor ben ödemem. Dedim ben öderim. Otobüse de biner memlekete dönerim. Ancak metro alır beni o halde. :)) O sırada vip’te oturanlar kalktılar geldiler. Çocuk zaten ağlıyor diğeri cırlıyor bir bana baktı aptal çocuğu tipime acımış olsa gerek bırakın arkadaşları ben hallederim diyerek aldı üzerimizden küfeyi. Alır almaz ben zaten mekandan fırladım. Kalacağımız otele doğru çıktık yola. Çatlak kızgın. O kadar güzel kadını şoförün kırdığı şişe ve benim üniformadan dolayı kaçırdığını vuruyor da vuruyor yüzümüze. Adama da hak vermiyor değilim. Resmen köyden indim şehre olmuşuz.
Ertesi gün biraz alışveriş façayı biraz topladık. Rehber de sabah ayrılmıştı aramızdan. Üç köylü kala kaldık. Akşam olsun yine mekana gideceğiz. Bu defa aracı otelde bırakıp taksi ile gittik. İçeri girmek zor olmadı. Alışmıştık artık girmeye çıkmaya eğlenmeye bir gece Inferno diğer gece Aura. 15 gün gibi uzunca bir zaman kalıp eğlencenin dibine vurduktan sonra dönüş vakti gelmişti. Üçümüz de dönmek istemiyorduk. Ben zaten paldır küldür gidince tutunamadığım işten de atılmıştım. Zerrece umrumda değildi. Suratlar asık sonuçta köyümüze dönüyorduk. Türkiye’nin en büyük köyü ne de olsa. Bu arada kaput hala yok. Konuştukça hatırladıkça gülüyoruz ilk gece ki kazaya. Şişeye, ağıtlara göz yaşlarına benim üniformaya. Ben diyorum zaten adam bana acıdı da bıraktı bizi:) takıla takıla hüzünlü de olsa döndük. şu var. İbni Haldun’un dediği gibi coğrafya kaderdir. Turistik yerdeki insanlar turistlerle kültürel olarak da alışverişte bulunmuşlar. Daha bir rahatlar. Her şey daha bir açık seçik. Ben orada daha rahat ettiğimi daha bir ben olduğumu hissettim. Bu memleket beni boğuyor ağa. O kadar ki birisi ile bir şeyler konuşmaya anlatmaya çekinir oldum son zamanlarda. Geçenlerde hiç unutmuyorum çalıştığım işyerinde oturduğum yerden ayağa kalkıp köy yumurtası satan var mı deyivermişim. Kaçmayayım kolayı seçmeyeyim kalıp savaşayım diyorum ama boşuna olduğunu da biliyorum. Aslında avamlığın zengin fakir ayrımı yapmadan cahil insan topluluğu olduğunu hatırlayıveriyorum. Oturuyorum oturduğum yere.
Bu arada köy yumurtası satan var mı yaa?:)
Köy yumurtası size nasıl ulaşabilir ki?:))