Daracık sokaklarından birinde Mardin’in,
Bir kış günü dünyaya geldi.
Gözleri, elleri ve yüreğinin kaderi
Doğduğu gün belliydi.
* * *
Üç çocuklu Mustafa Efendi’nin üçüncü oğlu,
Üç katlı evinin Midyat’a bakan penceresinde
Karlı bir kış günü doğdu.
Hevesleri olacak, sevecek, sevilecekti.
Belki düzen bozacak,
Belki düzenleyecekti.
Ne yaparsa yapsın
Bakırcı Mustafa Efendi’nin üçüncü oğlu,
Bir bakırcı çırağı olarak
Unutulup gidecekti.
Ahşap merdivenlerde ilk adımlarını,
İsli gaz lambasında çocukluğunu,
Puslu aynalarda gençliğini bırakıp
Bir sevda uğruna
Ansızın ölecekti.
* * *
Kentin sabahlarından birinde
Onu ilk gördüğü Deyrulzafaran’ın taştan basamaklarında,
Başladı kaygısı.
Gündüzü gece,
Geceyi bir çift kara gözden ibaret kılan
Mecnun sancısı…
* * *
Bir deli rüzgar gibi geçerken günler, haftalar
Bakırcı çırağına mesken oldu bu yollar
Hasret oldu, sevda oldu taştan basamaklar
Çok sürmedi anlaşıldı aşkın meczup halleri
Vakti geldi bir noktada kilitlendi gözleri
* * *
Öğrendi ki adı Hedra’ymış,
Her sabah manastıra dua için uğrarmış,
Boynundaki küçük haç bir de o zümrüt gözler,
Meleklere karışan anadan yadigarmış.
* * *
O vakitten sonra,
Mardin semalarına güneş doğarken mütemadiyen
İki ayrı nefes oldu birbirini özleyen.
Bakırcı çırağı Yusuf ve altın saçlı Hedra…
Ne masallar dinlendi ne şiirler söylendi,
Aşk bir gergef gibi ilmek ilmek işlendi.
* * *
Toprak yollar, bakırdan eller,
Bin yıllık türkü gibi geceler…
Şahit oldu, razı oldu şehrin ayı, yıldızı
Bir Mustafa Efendi’nin yoktu gönülden rızası
Olmaz dedi, günahı boynumuza dolanır,
Bir kapta iki su durmaz bulanır.
Günü gelir anlarsın bu sevda biçaredir
Yetmez olur yüreğine bir tutam altın saç,
Engeldir, elemdir, kederdir sana
Bir tılsım gibi taşıdığı boynundaki haç.
* * *
Lakin,
Şimdi Yusuf’un gözleri
Billurdan bir avizeye bakar gibiydi,
Kamaşmış, küçülmüş ve alabildiğine cesur…
İçinde çöller aşmış bir Mecnunun zaferi,
Bulamadı ne kendinde ne gönlünde kusur.
Olur mu ki dedi sevdanın dengi
Olur mu ki dini, vatanı, rengi
Bu şehir değil mi ki
Daracık yollardan bir ummana açılan
Nice sevdalara gebe
Nice sevdaları koynunda taşıyan
Gecesi ayrı gece, gündüzü ayrı ışık
Aynı göğün altında bin bir dünya karışık
Şimdi ne söylersen söyle bana,
Yazılan benim kaderimdir.
Aşıklığın kalbi ne manastır ne de camidir
Seven bir can,
İki ayrı duanın ortak gizli mabedidir.
* * *
Zaman geçti örtmez oldu izleri
Yetmedi yakınmalar, dindirmedi sesleri
Islak sarı sonbahar çekilirken mevsimden
Altın saçlı Hedra vazgeçti bu sevgiden
Yok dedi gücüm, kalmadı sabrım
Sevdadan da mı büyük günahım
Bir dinmez ateş olsa da yüreğimi yakan
Katsan da canı canana hasretliktir bize kalan
* * *
Duyunca Yusuf bu biçare sitemi
Bir telaşla arar oldu o efsunlu gözleri
“Gitme!”
Bir garip Yusufum ben ne kuyulardan geçmişim
Seni kendime bir şiirin başlangıcı seçmişim
“Etme!”
Koyma beni yeryüzünde bir başıma
Ey sevgili söyle bana
Saçları altın, gözleri zümrüt
Yüreği sonsuz Hedra!
Kimi kime şikayet eder gönül
Sonunda hasretlik varsa…
* * *
Bir medet umdu, bir dua tuttu,
Yöneldi Allah’ın evine Allah’ı unuttu.
Çıkarken basamaklardan sessizce derinden,
Bir tek görüntüsü kalmıştı hayalinde raks eden.
Sol yanının acısı ve öfkesiyle derinden,
Bıraktı boşluğa kendini mukaddes minareden.
* * *
Ey düşten güzel Hedra!
Yıldızlar sensiz çok uzak,
Ulaşamam…
Sen yoksun ya şimdi yanımda
Bulutlar ağır gelir,
Taşıyamam…
* * *
Güneş her şeyden habersiz
Ve sanki her şeye şahit olmak adına
Yükseldi Mardin semalarına
Artık ne bir kalem ne bir kelam lazımdır
Sadece sessiz bir veda
Evlada Yusuf… Elveda Hedra…