“Ölenlere acınır da doğanlara neden acınmaz? Aslında doğanlara ölenlerden daha fazla acımak gerekir.”
Oldukça eski olmasına rağmen son yıllarda daha çok dikkat çeken Göbeklitepe’yi bu sefer de İskender Pala’nın kitabına konu olmuş olarak buluyoruz. Kitabı yazarımız Eren Bülbül’ün daha önce yorumladığı yazısından sonra merak ettim açıkçası.
Aslında tam anlamıyla bir Göbeklitepe romanı diyemeyiz kitap için. Çünkü hala muallakta kalan bir yer olduğundan çok bilgi verilmiyor orası hakkında. Sadece o yerde geçen, aşkı ve inanışları konu alan bir kitap Akşam Yıldızı. Her kitabında tarihi bir kişiyi ele alan ve onu çok güzel bir kurguyla okuyucularına okutan yazar bu sefer kişiden değil de bir mekandan faydalanmış. Diğer kitaplarından farklı olarak dilinin sadeliğini de ekleyebiliriz. Normalde daha ağdalı bir dil kullanan İskender Pala, bu kitabında akıcı ve sade bir dil kullanmış.
Kitap sizi 12.000 yıl öncesine götürüyor. İlk çağlardaki yaşam şekillerine, oba kültürüne, insanların çiftçiliğe başlamalarına, avcılık yapmalarına, yerleşik hayata geçmelerine, hayvanları evcilleştirmeye çalışmalarına, dinlerini yaşama şekillerine, hatta aşkı ararken ilahi aşkı bulmalarına, hangi zamanda olursa olsun sevdiğini kaybedenlerin hüznüne, iyi ve kötüyü ayırt etmeye uğraşmalarına, akıl oyunlarını (satranç, mangala…vs) bulmalarına, annelik duygularına tanıklık ediyorsunuz. Bazen hayretle, bazen acıyarak ama çoğunlukla merak ederek okuyorsunuz satırları. Tuzu bulma sahneleri çok başarılıydı örneğin.
Sadece kitabın başlangıcıyla sonunun değişik olması tuhaf geliyor okuyucuya. Akşam Yıldızı’yla konuşan bir arkeologla başlayan romanda ilerleyen sayfalarda o arkeologa hiç rastlayamıyorsunuz. Üstelik kitabın sonu da bir soruyla bitiyor, cevabını alamıyorsunuz. ‘Belki de yazar bizim paşa gönlümüze bırakmıştır’ cevabı deyip bitiriyorsunuz kitabı.
Yakın zamanda hem Atiye’yi izleyip hem de bu kitabı okuyunca Göbeklitepe’nin gerçekten mistik bir yer olduğuna inanıyorsunuz. Kitapta ‘Göbektepe’ olarak geçen ismin nereden geldiğini de satırlar arasında buluyorsunuz;
Göbeklitepe’deki taşların ölenlerle yaşayanlar arasında birer göbek bağı gibi düşünüldüğünü okuyorsunuz. Ayrıca Akşam Yıldızı’nın Yunan mitolojisindeki Afrodit, gezegenlerden Venüs, başka isimle Zühre, Kur’an’da geçen adıyla Tarık olduğunu da kitap aracılığıyla yeniden hatırlıyorsunuz. Venüs’ün renginin sarı, dünyanınkinin mavi olduğunu, dünya hızlı dönerken Venüs’ün yavaş döndüğünü, Dünya kendi ekseninde saat yönünün tersine, soldan sağa dönüyorken Venüs’ün tam tersi döndüğünü, Venüs’te yaşasaydık eğer, güneşin batıdan doğup doğudan batacağını da kitap sayesinde hafızanıza depolayıveriyorsunuz.
‘Kadim’ kelimesini çok fazla kullanması da Ahmet Ümit’i hatırlatıyor insana, söylemeden edemeyeceğim.
“İnsanın insanı avladığı bir dünya bozulmaya düzelmekten daha yakındır” diyor İskender Pala satırlarında… Düzeleceğimiz ve dünyayı da düzelteceğimiz günlerin en yakın zamanda gelmesi dileğiyle.
İyi okumalar.
Göbeklitepe ‘ye giden bir gezginci olarak gördüklerimin ışığında kitabı okuyup şekillendirmek keyifli olacak.Tavsiyeniz ve muhteşem yorumunuz için teşekkürler.
O zaman bir Göbeklitepe yazısı isteriz biz de @eda_erdogan
Atiye yi izledim. Ahmet ümit okumaya bayılırım. Senin kitap yorumunu da okudum. Artık bu kitabı okumaya hazırım. Eline sağlık arkadaşım
Tam senlik… Bir de Göbeklitepe’ye git tam olsun. Okuduktan sonra yorumunu bekliyorum, bakalım aynı mı hissettiklerimiz?