Herkes Koşarken Yavaşlamanın Gücü

Son zamanlarda etrafıma baktığımda herkesin bir acele hâlinde olduğunu fark ediyorum. Sanki görünmez bir düdük çalmış ve hepimiz aynı anda koşmaya başlamışız gibi. Kendimize bile yetişemediğimiz bu hızda, günün en sakin anları bile görev gibi geliyor. Durup düşünmek “yapılacaklar listesinde olmayan bir lüks” sayılıyor neredeyse. Ama bir gün, tam da koşturmanın ortasında, aklıma takılan basit bir soru oldu: “Bu hızın bedeli ne?” O sorunun ardından, fark ettim ki yavaşlamak aslında geri kalmak değil; içimizdeki sesi yeniden duymamıza izin veren bir hatırlatma. Bu soruları düşünürken, Kemal Sayar’ın Yavaşlama kitabında altını çizdiğim cümlelerden biri aklıma düştü: “İnsan ancak durduğunda kendi yankısını duyar.” Belki de bu yüzden bize durmak bu kadar zor geliyor.

Yavaşladığım günlerde, zihnimde biriken gürültünün ne kadar yorucu olduğunu fark ettim. Hızın içinde düşünmeden yaptığım seçimler, konuşmalar, planlar… Hepsi bir molaya ihtiyaç duyuyordu. İnsan bazen o kadar hızlı gider ki, doğru yönde mi yoksa sadece alışkanlıktan mı ilerlediğini bilemez. Yavaşlamak, kendine dürüstçe bakma fırsatı veriyor. Kim olduğumu, ne istediğimi, neleri taşıyıp neleri bırakmam gerektiğini hep bu sakin anlarda fark ettim. Belki de bu yüzden çoğu insan yavaşlamaktan korkuyor: çünkü hız, düşünmemizi engelleyen bir sis perdesi gibi. Bu farkındalık hâli, Doğan Cüceloğlu’nun İnsan İnsana kitabındaki “Kişi en çok kendiyle temas ettiğinde büyür” sözünü yeniden hatırlattı bana; yavaşlamak, tam olarak o teması mümkün kılıyor.

Herkes koşarken yavaşlamak, bazen bir başkaldırı gibi gelebiliyor. Çünkü toplum, sürekli üretmemizi, aktif olmamızı, yeni hedefler koymamızı bekliyor. Durmak “miskinlik”, yavaşlamak “motivasyon eksikliği” olarak etiketleniyor. Oysa zihnin ihtiyaç duyduğu dinlenme, bedeninki kadar gerçek ve zorunlu. Bir adım geri çekilmek, hayatı kaçırmak değil; aksine, hayatı daha net görmek demek. Hızlı akan bir suyun içinde yüzmek ile kıyıya çıkıp suyun akışını izlemek arasındaki fark gibi. İkisi de suyun parçası ama biri daha bilinçli, daha farkında.

Yavaşladıkça şunu öğrendim: İnsan ne kadar hızlanırsa hızlansın, kendinden kaçamıyor. Aksine, hızlı yaşanan dönemlerin sonunda en büyük yüzleşme yine kendimizle oluyor. Bu yüzleşmeyi kolaylaştıransa, sakin ve sade anlar. Bir fincan kahvenin buharında, akşamüstü ışığının duvara vurmasında, bir nefes kadar kısa bir durakta bile insan kendine dönebiliyor. Yorulduğumu kabul etmek, sınırlarımı bilmek, ihtiyaçlarımı duymak… Bunların hepsi yavaşladığım zaman mümkün oldu. Belki de gerçek güç; devam etmekte değil, gerektiğinde durabilmekte saklı.

Bugünlerde ne zaman hayatın ritmi hızlanmaya başlasa, içimden şöyle demeyi alışkanlık hâline getirdim: “Biraz yavaşla, Gökhan.” Çünkü yavaşlık, tembellik değil; farkındalık. Kendine yaklaşmanın, anı yakalamanın ve gereksiz yükleri üzerinden atmanın yolu. Herkes koşarken, bilinçli bir yavaşlık bazen en büyük cesaret gösterisi olabiliyor. Ve belki de en anlamlı ilerleme, herkesin acele ettiği yerde kendi hızını seçebilmek.

Gökhan Çakır

Adamın Biri.. İşte o benim..

Dinle00:00
1.0x

Yazıya yorum bırakın

Önceki Yazı

Sonraki Yazı

Takip Edin
Arama Trend
Rastgele Yazılar
Yükleniyor

Oturum açma 3 saniye...

Kaydolma 3 saniye...