Aslında nasıl bir giriş yapacağıma karar veremedim.
Coşkulu, heyecanlı, cıvıl cıvıl bir merhabalar mı yoksa sadece düz, resmi bir selamlar mı?
Aslında bakarsınız bu kaydı günün son saatlerine bıraktığım için yorgun bir giriş olmuş da olabilir.
İlk bölüme hoş geldiniz diyerek söze başlamak istiyorum.
Ve direkt şöyle söylemek isterim.
Aslında çok benziyoruz.
Hepimiz aynı şeyi yaşıyoruz.
Yetişememe telaşı.
Sabah alarmı çalıyor, kapatıyoruz.
Sonra bir daha çalıyor, kapatıyoruz.
Derken üçüncü de panikle yataktan fırlıyoruz.
İşin komiği hepimiz, geceden yarın erken kalkacağım, spor yapacağım, kahvaltımı edeceğim diye planlar yaparak yatıyoruz.
Ama sabah kalkınca bir overthinking hali.
Yine mi sabah?
Bir de sabah trafiği var tabii.
İstanbul’da yaşayanlar bilir.
Evden işe gitmek adeta olimpiyat sporcusu olmak gibi bir şey.
Metroya biniyorsun bir bakıyorsun herkes aynı suratla uykusuz, yorgun.
Kafasında tek bir soru var.
Ben neden buradayım?
Aynı soru Adana’da yaşayan için de Mersin’de yaşayan için de Urfa’da yaşayan için de İzmir’de yaşayan için de aynı.
Arabası olan daha mı şanslı?
Tabii ki değil.
Değiştiren minibüs şoförüne şiirler yazıyor.
Bakın bu ülkede sabah işe giderken şiir yazdıran tek şey trafiktir.
Korna sesleri arasında kaybolan hayallerim diye başlar hepsi.
Ama kabul edelim, hepimizin sabah rutininde ortak bir şey var.
Kahve.
Hatta şöyle diyeyim, bu ülkede çalışan insanı kahveyin ayakta tutuyor.
Aşk diyeyim.
Öğlene geliyoruz.
Mail kutusu dolmuş.
Patronun işi hızlandır demeyi, çocuk okuldan arıyor.
Anne ödevim nerede diye soruyor.
Bir an kendimizi çalışan insan mı yoksa profesyonel jongler mi diye sorguluyoruz.
Çünkü toplar hiç düşmesin diye çırpınıyoruz.
Bir de ofis toplantıları var.
Hani şu 15 dakikada bitecek konunun 2 saati uzadığı.
Toplantı sonunda tek bir cümleyle özetlenebilir.
Arkadaşlar bunu bir sonraki toplantıda konuşalım.
Bakın, ofis hayatı gerçekten bir tür sabır testi.
Zen üstesi olmak için Tibet’e gitmeye gerek yok.
Kurumsalda çalışmanız yeterli.
Ya da kurumsal gibi görünenlerle çalışmanız yeterli.
Günün sonunda eve dönüyorsun.
Bir bakıyorsun ki kendine hiç vakit ayıramamışsın.
Sabah kendine söz vermişsin.
Oysa ki bu akşam kitap okuyacağım, spor yapacağım, biraz sakinleşeceğim.
Sonra ne oluyor?
Yemek, bulaşık, telefon ekranına gömülme ve günün sonunda tek yaptığın şey Netflix 45 dakika boyunca ne izleyeceğine karar verememe.
Hadi izledin diyelim.
Film başlamadan uyuyorsun zaten.
Yani aslında biz yorulmuyoruz, bitiyoruz.
Bunun çalışan kadınlar versiyonunu var.
Çalışan anneler versiyonu var ki o yani hiç tadından yenmez.
Ben saat 9’u gördüğümde…
Yani direkt yatak.
Yatağa bakıyor.
Bir gözüm yatağa bakıyor.
O şekilde.
Çünkü bitmiş oluyor.
Pil gerçekten o saatte bende bitmiş oluyor.
Çünkü hani televizyon, Netflix vs. bunlar genel kavramlar.
Genelden bakıyorum şu an.
Özne ile inmedim.
Hayat aslında büyük bir grup projesi gibi geliyor bu noktada bize.
Ama işin %90’ını hep biz yapıyoruz gibi oluyor.
Çalışan anne babalar bilir.
Çocuk okuldaki proje ödevini yapar mı?
Hayır.
Onu ebeveynler yapar.
Ve ertesi gün öğretmen teşekkür eder.
Çok güzel yapmışsınız.
Bravo.
Halbuki çocuk logo bile belki yerinden oynatmamıştır.
Bu ülkede herkes çok yoğun ama kafeye gidince aynı insanlar üç saat boyunca bir kahveyi karıştırabiliyor.
İşte bence bu da bir tür meditasyon.
Buna hiç girmiyorum.
Bunu ben yapmıyorum.
Hiç bir arkadaş grubuyla bir yere gidip de bir şeyler içmek vs.
O bana inanılmaz bir vakit kaybı geliyor.
Onun yerini evde temizlik yaparak geçirmeyi daha çok seviyorum.
Öyle gibi.
O kısımlara daha sonra geleceğiz.
Burada dediğim gibi genel gideceğiz.
Başka ciddi bir şey söyleyeceğim ama şimdi.
Hepimiz çok koşuyoruz ama bazen neden koştuğumuzu unutuyoruz.
Oysa hayata anlamlı yapan şey de o küçük bazı anlar da oluyor.
İşte işten çıkarken duyduğunuz bir şarkı.
Bazen bir şarkıya takılıyorum ve sürekli gelene kadar, işten eve dönene kadar o şarkıyı defalarca ve defalarca dinliyorum, dans ediyorum.
İnanılmaz güzel dans ediyorum bu arada.
İnanılmaz figürlerim var.
Ama işte o an için.
Çocuğumuzun bir gün geliyor gülüşü, bir şey anlatıyor.
Bir dostunun attığı bir kısa mesaj olabilir.
Selam, ne haber?
Mesela ben bunu bilmeden geldiğinde çok hoşuma gidiyor.
Evet, yetişemiyoruz ama yaşıyoruz.
Ve belki de asıl mesele mükemmel yetişmek değil.
Ben mükemmelliği için, bir insan olduğum için mükemmel yetişmek zorundayım.
O konuya daire gireceğiz.
Elimizden geldiği kadar iyi hissetmek bizim derdimiz belki de.
Bunu kendimizi biraz bazen hatırlatmak lazım.
İlk bölümü böyle biraz kısa tutmak istiyorum.
Daha sonra biraz daha öznel, kendimden biraz örnekler vererek biraz daha konuları açarak sizlerle beraber olmayı umuyorum.
Anlattıklarım için de illaki kendinizi bulduğunuz küçük noktalar varsa beni Podcastlarımda, diğer yayınlarımda yalnız bırakmayacağınızı umut ediyorum.
Sevgiler…