içinde

Dalgalar

Senelerdir hayalini kurduğum o hayatın tam ortasındayım şimdi. Ölümle burun buruna olmam ve birazdan zar zor elde ettiğim bu hayatın hırçın dalgalara yenik düşecek olması dışında mükemmel bir gün. Güneş ufuk çizgisinden önündeki kara bulutlara göğüs gerercesine usul usul aydınlatıyor, hırçın dalgaların parıldadığını hala görebiliyorum. Keşke nefesimi kesmeye biraz ara verseler, onların güzelliğinden uzun uzun bahsedebilsem size.

Hayatımdaki tüm karanlığı nasıl maviye boyadığını, yüreğimde yanan kaygıları tenime değen bir damla suyla nasıl söndürdüğünü ve nefes alamadığım o günler yosunla karışık o tuzlu kokusuyla bana nefes almayı nasıl öğrettini anlatabilsem. Konuşmaya başlasam saatlerimi alacak farkındayım, konuşmaya başlasam ağzımı her açışımda ciğerlerim suyla dolacak, onun da farkındayım. Elimin altındaki bu uyduruk tahta parçası daha ne kadar göğüs gerebilir bu dalgalara bilmiyorum. Ölümü yamacımda hissediyorum. Oysa denize, hayalime her açıldığımda ölümün bile beni bulamayacağını düşünürdüm; kaybolduğumu, dünyadan silindiğimi. Zihnimde çizdiğim o rotaların kimse tarafından bilinmeyeceğini. Sanki tüm denizleri ilk ben keşfediyormuşum gibi sanki bu güzelliğin varlığından bir ben, bir ailem, bir de emektar gemim haberdarmış gibi. Öyle bir tutkuydu benim için bu mavilikler, mavinin en güzel tonu daima bu dalgalarda saklıydı. Hiçbir zaman işte bu en güzeli diyemezdim, her yeni gün başka bir mavi selamlardı. İnsanlardan daha çok severdim, birilerine harcadığım dakikalardan daha dolu gelirdi saatlerce izlemek denizi. Sanırım bu yüzdendir, seneler önce kızımı kucağıma aldığımda kulağına fısıldadığım ilk kelimeydi, Deniz.

Kızımın annesiyle de böyle bir gün de tanışmıştım. Yine denizin ortasındaydık, yine silinmiştik haritalardan, yine kimseler bilmiyordu bizi. Çünkü deniz tek sığınağımızdı, akıllardan dahi silerdi bizi. Hoş, öyle olmadığını bilirdik ama öyle olmasını dilerdik. Karşımda parçaları dört bir yana savrulmuş halde duran emektarımın güvertesinde evlenme teklifi etmiştim ona. Kızımız, uzun deniz yolculuğumuzun ardından dinlenmek için uğradığımız bir limanda gelmişti dünyaya. Karımın kendi elleriyle yaptığı ilk yemeği denizin ortasında yemiştim, kızım ilk adımlarını denizin ortasında atmıştı. İlk kelimesinde de ordaydık, ilk gülüşünde de. Hatta haberim olmadığını düşünseler bile ilk kalp sızısında da ordaydık. Tavanı, penceresi olmayan yuvamızdı deniz, bir ateş yakıp ısınamazdık belki ya da komşularımız bir akşam saati kahve içmeye gelemezlerdi. Ama her limanda dostumuz olurdu, farklı farklı insanlarla tanışır, farklı farklı anılar biriktirirdik. Vedalarımız hep hüzünlü olurdu ama sonu hiç böyle olmazdı. Biz yine başka bir limanda nefes alır, heybelerimize başka anılar doldurur yine kavuşurduk denizimize.

Son vedamızın sonunda bizi ölümün beklediği aklımın ucundan dahi geçmezdi. Acaba karım, acaba Deniz’im hangi dalgaya yenik düşmüş bir şekilde savruluyordu şimdi sonsuzluğa? Yüzüme bir tokat gibi çarpan dalgalar engel oluyordu onları görmeme. Oysa bir dilek hakkı sunsaylardı, onları yanımda dilerdim. Tüm hayatı onlarla yaşamışken, şimdi bu tek başıma uyduruk bir tahtanın üstünde sürüklendiğim son ciğerlerimde hissettiğim o basınçtan daha acıydı. Umarım hissettiğim acıyı hissetmiyorlardır diye yalvarmak geliyor içimden Tanrı’ya ama kollarımı kaldırırsam pes edecekmişim gibi. Hatta daha acısı, pes etme vaktimin gelmiş olması.

Şimdi kaldırmalıyım kollarımı, kendimi bu hırçın dalgaların pençelerine bırakmalıyım. Bir ailem olmadan önce istediğim o sonun tam ortasındayım. Karım, kızım, güzeller güzeli Deniz’im… Sizi sürüklediğim bu son için beni affedin.
Son veda vakti, elbet kavuşacağız, elbet kavuşturacak bu dalgalar bizi. Zira her akşam dinlediğimiz Zeki Müren, yanılıyor olamaz.
Bu maviliklerin içinde, sonsuzluğun bir yerinde bekleyin beni.
Elveda eşim,
Elveda güzeller güzeli kızım, Deniz’im…

Yazar Yaren Gece ÖZTÜRK

Siz Ve Biz Blog Editörü - Adana

Bir yanıt yazın

Cesaretin Suskunluğu

Gazeteler