Bilmeyenin olmadığı bir insandan, aykırı, tuhaf ve zeki bir adamdan bahsedeceğim: Isaac Newton‘dan.
Newton, adını bile yazamayacak kadar cahil olan ve doğumundan 4 ay önce ölen bir Norfolk’lu çiftçinin oğluydu. Hatıratındaki anlatıma göre, doğduğunda bir litrelik çanağa sığacak kadar ufak ve “başını omuzları üstünde tutmak üzere boynuna boynuna çepeçevre bir destek konulacak kadar” çelimsizdi. Isaac 3 yaşındayken, annesi Peder Barnabas Smith’le evlendi. Smith’in görür görmez nefret ettiği ve evinde tutmaya yanaşmadığı küçük çocuk ninesinin yanına gönderildi. O da yanlızlığa gömülerek, kurguya ve buluşçuluğa dönük kendi dünyasına çekildi.
Öğretmenine ait evin duvarına tahta çiviler çakarak bir güneş saati de yaptı. Düzeneği “Isaac’ın Kadranı” olarak anılır oldu. Sataşmalara uğradığı ve genellikle sınıfın tembellerine yakın oturduğu okuldan nefret etti. Ergenlik çağındaki günahlarının uzun listesinden mutsuzluğu bir ölçüde görülebilir: “Başına batması için John Keys’in şapkasına bir iğne koymak“, “Dükkancı Edward’dan kiraz çalmak” ve “Bunu yaptığını inkar etmek“, “Bir parça ekmek ve tereyağı için Öğretmen Clarks’a karşı hırçınlık etmek” ve “Smith soyadlı baba ve anneyi evleriyle birlikte yakma tehdidini savurmak.”
Babası ölünce annesi onu okuldan aldı. Newton için çiftçilik okuldan bile daha sevimsizdi ve can sıkıcıydı. Bir keresinde peşi sıra tarladan getirdiği at, yularından kurtulup kaçtığında, farkına bile varmaksızın elinde boş yularla eve döndü. İstediği tek şey öğrenimini sürdürmekti. Annesi sonunda pes ederek, onu okula geri gönderdi. Herkesi şaşırtarak yüksek notlarla mezun oldu. Cambridge Üniversitesine bağlı Trinity College’a girdi. Cambridge kariyeri bir felaket olmasa bile, pek parlak geçmedi muhtemelen bunun sebebi zamanının çoğunu müfredata epeyce aykırı radikal fikirleri olan Descartes, Kopernik ve Galileo gibi adamların eserlerini okuyarak geçirmesiydi. Üniversite veba salgınına karşı bir önlem olarak 1665’te kapandığında, Lincolnshire’daki çiftlik evine döndü. Sonraki on sekiz ay içinde tamamen kendi başına çalışarak, dünyayı hepten değiştirecek olan yerçekimi ve devinim yasalarını buldu, renk ve kalkülüs hesabı teorilerini formüle etti. Mekanik, matematik, termodinamik, astronomi, optik ve akustik alanlarındaki buluşları onu şimdiye kadar yaşamış diğer bilim simalarının hepsinden en az iki kat önemli kılacak düzeydedir. Henüz 26 yaşındayken döndüğü Cambridge’de Lucas Kürsüsü matematik profesörlüğüne getirildi. 3 yıl sonra 1672’de Kraliyet Derneği üyeliğine seçildi ve çağın en zeki adamlarından biri olarak alkışlandı.
Saplantılı kişiliği Asperger sendromu gibi hafif bir otizm geçirmiş olabileceği kanısını uyandırıyor. Bu doğru olsun ya da olmasın, Newton kesinlikle tuhaftı. Sıklıkla yemek yemeyi unutur ve aklına geldiğinde de çalışma masasının başında dikilerek yerdi. Kimi zaman laboratuvarında ateşi asla söndürmeksizin altı hafta aralıksız çalıştığı olurdu. Konuk ağırladığında sıklıkla yaptığı bir şey, bir şişe şarap almak üzere gittiği çalışma odasında aklına gelen bir fikri yazıya geçirmek için masasına oturması ve işine dalarak yemek partisini hepten unutmasıydı. Koyu kırmızı renk konusunda saplantılıydı. Kişisel eşya envanterinde koyu kırmızı perdeli bir odadaki koyu kırmızı bir tiftik yatak, koyu kırmızı örtüler, koyu kırmızı duvar süsleri, yanında koyu kırmızı koltuklarla koyu kırmızı bir kanepe ve koyu kırmızı minderler vardır. Ayrıca paranoyaklığıyla ünlüydü aynı zamanda. Yanında çalışanların dürüstlüğünü sınamak için pencere kenarında altın parayla dolu bir kutu bulundururdu. Yirmiden fazla portre için ressamların karşısında oturacak kadar gösterişçiydi ve benzersizlik duygusu taşıdığına hiç kuşku yoktu. Bir keresinde adının Latince yazımı Isaacus Neutonus‘tan leova sanctus unus diye bir anagram türetmişti. Bu ibare “Tanrı’nın Kutsal Varlığı” anlamına gelir.
Hayatında sevdiği tek kişi Nicholas Fatio de Fuillier adlı genç bir İsviçreli matematikçiydi. Onunla ilişkisinin sona ermesiyle bir dizi sinir krizinin ilkini geçirdi ve cinsel ilişkiye hiç girmeden öldüğü neredeyse kesindir.
Bu kişisel hüsranlara rağmen, herkes tarafından tanınan bu adam çarpıcı bir başarıya ulaştı. Şövalye unvanı verilen ilk doğa filozofu oldu. Gündüzlerini İngiliz ekonomisini çöküşten kurtarmak üzere para biriminde reform uğraşıyla geçirdi. Geceleri ise meyhanelerde ve kerhanelerde pusuya yatarak kalpazanların izini sürdü bunların asılmasını ve atlarla çekilip dört parçaya ayrılmasını bizzat sağladı. Cambridge Üniversitesi’nden iki kez Avam Kamarası’na seçildi, ama hiç ilgisini çekmeyen bir işti bu. Bütün siyasal kariyeri boyunca yaptığı tek yorum, birisinin pencereyi açması yönünde bir rica oldu.
Fakat Newton’un gizli bir ikinci yaşamı daha vardı. Simyayla doğrudan uğraşan biriydi. Kütüphanesindeki 270 kitabın yarısından fazlası simya, mistisizm ve büyüyle ilgiliydi. Newton azami gizlilik koşullarında, çalışma hayatının büyük bir bölümünü Vahiy Kitabı’nda şifrelendiği söylenen kıyamet tarihini hesaplamaya, Danyal Kitabı’nda ki kehanetlerin anlamını çözmeye ve insanlık tarihinin kronolojisini çekirgelerin nüfus döngüsüyle ilişkilendirmeye çalışmakla geçirdi. Ölümünden sonra, ailesi bir buçuk milyon kelimeye varan notların düşüldüğü, binden fazla sayfayı kapsayan dinsel ve mistik yazıların yanısıra tamamlanmış iki kitabın yer aldığı kocaman sandıklar buldu. Çok rahatsız edici olması nedeniyle, bu terekenin bir bölümünü yok etme, bir bölümünü de varlığını kabul etmeksizin saklı tutma yoluna gitti. Büyük bir zula ancak 1936 gibi yakın bir tarihte gün ışığına geçti.
Newton’un bu mistik uğraşlarını zırva saymak, deli saçması işler demek kolaycılık olur. Bu simya çalışmalarına olan ilgisi de Tanrı’ya olan inancından kaynaklanıyor. Evreni denetleyen görünmez bir mistik güç anlayışına açık olmaması halinde, en ünlü buluşunu belki yapamayabilirdi.