içinde

Ben Maviye Aşığım, Siz?

Gelin sizi birçoğunuzun hiç gitmediği bir yere götüreyim. Belki de gitmeyi hiç istemeyeceği bir yere yer altı maden ocağına götüreyim.

Aslında orada çok kısa bir süre vakit geçirmiş olmama rağmen dünya üzerinde ki hiçbir işin bu kadar zor olabileceğini düşünmüyorum artık. Hepimiz sabah uyanıp güne başlıyoruz, güneş tepemizde yükselip batıyor ve en önemlisi masmavi gökyüzünü görüyoruz, belki de hiçbir gün; günü, güneşi, mavi gökyüzünü gördüğümüze şükür etmeden. Yaptığımız iş ne kadar zor olursa olsun gün ışığında yapıyoruz işimizi. Orada gün yüzü görmeden günü ve işi bitiriyor insanların ve yeryüzüne çıktıklarında tekrar geceye başlıyorlar. Günü, güneşi, gökyüzünü görmeden.

Yaşadığım bir olaydan bahsetmek isterim size. Ocak içerisinde ilerlerken acaba kafamın üzerinde duran tepe lambası sönerse ne hissederim diye düşündüm. Yanımdakilerle birlikte tepe lambalarımızı kapattık. Birden her yer zifiri karanlık oldu ve ben hayatım boyunca hiç bir zaman zifiri karanlıkta bulunmamış olduğumu anladım. Hissedebildiğin tek şey ayaklarının yere bastığıydı tabii bastığın yerin yer mi gök mü olduğunu anlayamıyorsun aslında. Uzayda boşlukta gibisin, yön kavramın yok. Görme isteği ile parmağımı burnumun ucuna getirdim hatta gözümün içine sokacaktım ama nafile göremiyordum. Göz kapaklarımı kontrol ettim, acaba gözlerim açık değil miydi. Evet gözlerim açıktı ama göremiyordum. Gözlerimle zifir karanlığı delebilecekmişim ve görebilecekmişim gibi uğraştım biraz ama hayır ne kadar uğraşırsam uğraşayım göremiyordum. Ocak içerisinden çıktım ve ilk yaptığım şey uzun uzun gökyüzüne bakmak oldu. Ve ben MAVİ’ ye aşık oldum.

Bu olay beni çok etkiledi ve çok düşündüm, aslında görebilmek için gözlerinin olmasının yeterli olmadığını ışığın ne kadar önemli olduğunu anladım. Görmek için gözlerinin olması yeterli değil…

Aslında her şey için geçerli bir kavram değil mi; baktığımız her şeyi göremiyoruz. Gördüğümüzü zannettiğimiz şeyler beynimizde birkaç karaltıdan ibaret kalıyor. Her gün herkes tanımadığı bir sürü insanla karşılaşıyor ama zihninde bir karaltıdan ibaret kalıyor. Gözlerinin içine bakmadığın herkes ışığını yansıtamayan karaltıdan ibaret kalıyor ve en önemlisi rengini belli edemiyor aslında. Gözler insanların ışıkları ve etrafa yaydığımız karaltı görüntümüzü atabildiğimiz tek ışık kaynağımız aslında.

Renklerin üzerine zifiri karanlık çöktüğünde artık her şey zifiri karanlık oluyor ve renkler değersizleşip anlamlarını yitiriyor. Tüm renkler orada olsa da göremedikten sonra renklerin olmasının bir anlamı olmuyor. Bu yüzden olsa gerek benim için renkler artık çok anlamlı. Gelin size insanların birbirlerinin gözlerinin içine baktıklarında yansıttıkları ışıkta yaydıkları renkleri anlatayım. Elbette herkesin üzerinizde bıraktığı renk farklı olacaktır. Çünkü aynı gözden ışık yayıyor olsak da etrafa değişik renklerimizi yansıtıyoruz. Yani bakışa ve bakan göze göre değişiyor rengin.

Beyaz: Saflığın, temizliğin, yeni başlangıçların, barışın, bozulmamış, değerini kaybetmemişliğin rengidir. Bunun için beyaz olan insanlar yalnızca çocuklardır. En temiz, en çıkarsız sevgi onlardadır. Çünkü Yaradanın yarattığı haliyle kalanlar, üzerine hangi rengi boyarsan artık o renkle anılacak olanlar onlardır. Ve aslında hangi rengi boyarsan boya kirlenecek beyazları .

Sarı: güneşin, sıcağın, mutluluğun rengi. Güneş gibi yeni başlangıçları ve çabuk bitişleri anımsatır. Hayat da her zaman olması gereken, gözlerine baktığımda ilgi çekici görünen ama çabuk vazgeçebileceğin insanlardır.

Kırmızı; Canlılığın, dinamizmin, azmin ve kararlılığın en önemlisi de aşkın, tutkunun ve kanın rengidir. Doğadaki en ilgi çekici çiçeklerin aynı zamanda en zehirli bitkilerin rengidir. Yani vazgeçilemez gözlere sahip tutkulu aşıkların, hırslı insanların rengidir. Görünüşleri ile çok ilgi çekici olan kendine çeken insanlardır ama fazlası kalbinden damarlarına ve tüm hücrelerine yayılan bir zehirdir aslında. Yani kalbin için ilaç zannedersin doyamazsın bakmalara ama fazlası zehir olur sana.

Yeşil: Ahenk, huzur, uyum, anlayış ve güvenin rengidir. Doğanın ve inancın rengidir. Kalbini inançla doldurmuş, huzurlu ve naif insanların rengidir. Doğa gibi içinde her türlü renk olmasına rağmen hepsini bastırabilen insanların rengidir.

Gri: Resmiyetin, ağırlığın, yavaşlığın ve ciddiyetin, karasızlığın ve zıtlığın rengidir. Ne siyahtır tüm renkleri boğar, ne beyazdır saf ve temiz. Gri insanlara güvenemezsin kendilerini çok iyi gizlerler. Kalpleri başka der, ağızları başka der bu insanların.

Kahverengi; Gerçekçiliğin, planın ve sistemin rengidir. Yaşamın kaynağı toprağın rengidir. Tüm doğa ondan var olur ondan hareketlenir. Kendisi durağan olan ama ondan olanları hareketlendiren renktir. Kahverengi insanlar kendileri durgundur ama etrafındakilere enerji verirler.

Mavi: Gökyüzünün, geniş ufukların, sınırsızlığın, sonsuzluğun ve özgürlüğün rengidir. İçinde sonsuz enerji taşısa da kalp atışını sakinleştirip inanılmaz huzur verir insana. Doğanın en hakim rengi olup, yeşil gibi huzur verir ama yokluğunda karanlık hakimdir. Yani hayatınızda olmazsa olmaz insanların, varlığı tüm hayatınızı kaplayan yokluğu tüm hayatınızı karartan, vazgeçemediklerinizdir. Mavilerin gözlerinde özgürleşirsiniz dilinizin konuşmasına gerek kalmaz zaten gözleriniz konuşur. Kırmızı gibi tutkulu değildir maviler çünkü gelip geçici değillerdir, sonsuza kadar sürsün tüm ömrünüzü kaplasın istersiniz ve yoklukları ömrünüzü karartır.

Siyah: Hakimiyetin, huzursuzluğun, gecenin, bitişlerin ve sonların rengidir. Varlıkları ömrünüzü karartır ve huzursuz olursunuz. Siyah insanlar karamsardır ve etraflarına da karamsarlık verirler ve yaydığınız ışığınızı söndürüp renginizi yok ederler.

Herkesin içinde her renkten var aslında ama en çok hangisi iseniz onu yansıtıyorsunuz. Etrafa yaydığınız ışığınızın bol bol yeşiller, maviler yaymasını dilerim. Herkesin sarısı olun vazgeçilebilin ama asla siyahı olmayın…

En güzel renginizi yaymanızı dilerim.

Yazar Gökçe BÜKBÜZ

A Sınıfı İSG Uzmanı
Maden Mühendisi - Adana

Bir yanıt yazın

vedaaa

Veda

melegim

Meleğime