Uçurtmayı vurmayın…
Bırakın, bari onu rahat bırakın. Rüzgara inat, gökyüzüne inat, bizlere inat savrulsun semada. Bırakın, o bari yaşasın gönlünce ve özgürce. Biz tadamadık özgürlüğü, o tatsın. Vurmayın…
*
Ağlatmayın o çocuğu… Uçurtmanın her dansına gülücükler saçan o çocuğu ağlatmayın. O cansız varlığın mutlu ettiği kadar mutlu edemiyoruz nasıl olsa. Bırakın onun özgürlüğünde hissetsin çocukluğunu. Biz hissedemedik, hissettiremedik bırakın bari, o yaşatsın.
*
Koparmayın rüzgarı sevgilisinden… Hangi aşık sevgilisine bu kadar sokulur. Onu sınırsız sevgiyle kucaklar. Ayakta kalmasına sebep olur. Onun dayanağı olur. Kim ki ona her şeyini verir. Kim ki ona sebeptir.
İşte…
Rüzgar uçurtmaya, uçurtma çocuğa, çocuk mutluluğa, mutluluk dudaktaki kıvrılmalara sebeptir…
*
1 Aralık 2003, bir filmin etkisinde kağıda dökülmüş notlar. İsmi BARIŞ olan bir çocuğun hikayesinden izler. Bugün bunları yazarken Barış’ın sesini duyuyorum yeniden.
-Neden uçmuyor İnci?
-Uçar bir gün.
Filmin sonunda gökyüzünü kaplayan uçurtmaları da anımsıyorum.
Binlerce çocuk kanatlanmış gibi…
*
Ve bugün …
Çocukların ellerine uçurtma yerine, keder ve gözyaşı verdiğimiz kapkara bir gündeyiz. Onların cıvıl cıvıl seslerini duymak yerine haykırışlarını, feryatlarını duyuyoruz artık. İnci Barış’a umudu öğretmişti, biz ölümü ve ayrılığı öğretiyoruz. Savaşın girdabında çocuklar tek tek yok oluyor, susuyoruz.
Ey insanlık! Ölüyoruz…