Geçen perşembe günü Soma’ya gittim efendim.
İş güvenliği kanununun bazı bölümlerinin 2020 yılına ertelenmesi ve yeni eklenecek uygulamaların ölümleri azaltmayacağını düşünen 120 binlik bir ordunun en duyarlı neferleri de oradaydı. (peki sen? sen bizimle değilsin)
Türkiye’deki ilk defa iş güvenliği uzmanlarının tek bir amaç için toplanması ve toplanma yeri olarak da Soma’nın seçilmesi dolayısıyla oradaydım. Olmam gerekti çünkü ilk defa ete kemiğe bürünen bu etkinlikte yer almam gerekiyordu.
İki gün içinde 20 saate yakın araba kullandım ve gerçekten çok yoruldum. Efendim bu yorgunluk dinlenince geçerdi ama manevi yorgunluğumu size anlatamam.
301 madencimizin mezarları başında yaşadığım duygu yoğunluğunu size burada anlatabilir miyim? Bilemiyorum.
Hepsinin başucunda bir Türk bayrağı vardı. Neden mi efendim? Şehit oldukları için…
Çalışmak ibadetse eğer ki öyle olduğuna inanırız şehit olmuşlardı. Yine başuçlarında bir de madenci feneri vardı ki yolları hiç kararmasın hep aydınlık olsun madencinin ışığı hiç sönmesini sembolize ederdi ve bu da çok manidardı.
Mezar taşlarına baktığımda şunu gördüm ki çoğu yirmili ve otuzlu yaşlarda gencecik çocuklardı. Ve arkalarında hiç büyümeyecek 432 adet çocuk bırakmışlardı. Yaş ortalaması 10 olan bu çocukları düşünerek ertelemeyi durdurmalarını büyüğümüzden küçüğümüzden rica ederiz.
Takipçilerim için video çekerken boğazım düğümlendi. Bize bir şey anlatıyorlardı sanki. Hiç seslerini çıkarmadan mezarlarında yatan bu madenciler bizlere bir şey anlatıyorlardı. Kulak verdim onlara ve Şerif Erginbay‘ın şiirinden bir bölüm okudular kulağıma;
IŞIĞIM SÖNDÜ
Karıcığım hoşçakal, ışığım azalıyor,
Yanımda ölü arkadaşlarım.
Artık kömür kokulu ekmekler getiremeyeceğim sanırım.
Buraya kadarmış çocuklarım, hoşçakalın,
Hakkınızı helal edin; anacığım, babacığım.
Işığım azalıyor, hoşçakalın…