Belki, yanında uyanırdım bir sabah. Belki yanında uyanamadığım her sabah için kızardım sana. Neden geç kaldın diye sitemler ederdim. Eve değil, bize.. Belki, bize neden geç kaldığın hakkında nedenler üretirdin. Sen her yere geç kalırdın oysa, ben bunu bilmezdim. Bir sabah çayına ikinci şekeri atmaya çalışırken tanırdım seni, ya eksiğini isterdin ya fazlasını. Belki de yeterli diyebilmek için dokunurdun ellerime. Belki o an çok anlamlı gelmezdi bana, ellerime değen ellerin… Belki de sana sahip olmak yok ederdi tüm anlamları.
Belki öylece orda durman, herhangi bir şey yapman ya da yapmaman.. Belki bir şekilde rahatsız olurdum senden veyahut sen benden. Çözerdik ama her şeyi. Belki bir gün çığlıklarımız yankılanırdı odada, dudaklarımızdan dökülen kötü sözler tokatlardı duvarları. Belki biraz ağlardım ama hissediyorum sen ağlamazdın. Diyorum ya, dudaklarımızdan dökülürdü o sözler kalbimizden değil, belki bir sarılmayla geçerdi her şey.
Belki bir gece iki kadeh karışırken kanımıza, biz de birbirimize karışırdık. Belki temizlerdin üstümdeki ölü toprağını, hayat bulurdum teninde. Korkunç bir baş ağrısıyla uyandığımız bir sabahımız olurdu ama o sabah bizim sabahımız olurdu.
Bir sürü belki, bir sürü… Önü ardı kesilmeyen, sonu bilinmeyen ama kulağa hoş gelen… Bir sürü belki, keşkelerden bir haber olacak kadar yaşanmamış. Tüm zenginliğim bu belkiler,
Çünkü biliyorum,
Sana sahip değilim ve tüm zengiliğim bu.