Salvador Dali, gerçeküstücülüğün ete kemiğe bürünmüş haliydi. Akılda kalan duru imgelem dünyası, gerçeküstücü harekete bir kuşak boyu takipçilerinin ve sevenlerinin gözünde damgasını vurmuştır. Gösterişli kişiliği; film, baskı resim, heykel, reklam ve en önemlisi resim gibi çok çeşitli alanlarda ün kazanmasına katkıda bulundu.
Genç Dali

Salvador Dali, 1904’te İspanya’nın Figueres kentinde dünyaya gelmiştir. Bir noter olan babasının adı Salvador Dali Cusi, annesinin adı ise Felipa Domenech Ferres idi. Sahile ve Fransa sınırına yakın bir kent olan Figueres, kendi resmi dili olan bir Katalan şehriydi. Noter olan babasının konumu, Dali ve ailesinin rahat bir yaşam sürmesini sağladı, ama sert mizacı oğluyla gerilimli bir ilişki sürdürmesine yol açtı. Bu nedenle genç Salvador Dali, annesiyle derin bir bağ kurdu. Annesi ondaki yeteneği fark etmiş ve erken yaşlardan itibaren onu resme teşvik etmiştir.
Aile, her yaz İspanya’nın bir kıyı kenti olan Cadaques’e kaçıyor ve burada Dali çevresinde gördüğü insanların ve manzaraların resmini yapıyordu. Katalan avangart üslubunda resim yapan bir aile dostu olan Ramon Pichot, Dali’yi kanatlarının altına aldı ve onun akıl hocası oldu. Pichot’un Paris ile sıkı bağlantıları vardı ve daha sonraları Dali’yi Pablo Picasso gibi mümtaz şahsiyetlerle tanıştıracaktı. Dali’nin babasını, oğlunun resimde kariyer yapma yeteneğine sahip olduğuna ikna eden kişi yine Pichot’dur. Pichot’nun bu inancı ve teşviki sayesinde Dali, Madrid’de bulunan San Fernando Sanat Akademisi’ne kaydoldu.
Bir Kariyer Başlıyor

Dali, 1922 yılında, Madrid’de sanatını geliştirme ve sergileme olanağına kavuştu. Kübizm, pürizm ve fütürizm üsluplarında denemeler yaptı, Madrid ve Barselona galerilerinde iki kişisel serginin yanı sıra birçok ortak sergi açtı. Federico Garcia Lorca ve Luis Bunuel gibi ileride çalışma arkadaşı olacağı kafa dengi sanatçılarla çok önemli ilişkiler kurdu. Dali, henüz gençlik yıllarında, uzun soluklu kariyerinin temelini başarıyla atıyordu. İnanılmaz ölçüde gerçekçi olan Ekmek Sepeti (1926) gibi çalışmalarla teknik ustalığını akranlarına kanıtlamıştı. Fakat her zaman yeni bir sanat formu ya da kafa tutacağı bir meydan okuma arayışı içindeydi. Dali, okuldaki hiçbir hocanın, eserlerini değerlendirebilecek vasıfta olmadığını söyleyerek final sınavlarına girmeyi reddedince okuldan atıldı.
Dali Gerçeküstücülüğü, İspanya’da Dali’yi Keşfediyor

Dali, sanat okulundan ayrıldıktan sonra birkaç kez Paris’e yolculuk etti. Bu yolculukların birinde büyük ressam Pablo Picasso ile tanıştı. 1926’daki buluşmalarından sonra Picasso’nun etkisi Dali’nin bir dizi resminde apaçık görülmektedir. Ama o resimlerde görülenler bu etkiden ibaret değildi. Dali’nin sanatı Rafhael, Vermeer ve Velazquez’in klasik üsluplarından Dadaizm’in keskin felsefesine kadar uzanan çok çeşitli etkileri yansıtıyordu. Ancak Joan Miro ve Rene Magritte gibi ressamlar ve şair Paul Eluard vasıtasıyla gerçeküstücülükle tanıştıktan sonra, aradığı şeyi bu akımda buldu. Gerçeküstücülüğün gelenekten koptukluğu, zengin hayal gücü ve baskın sembolizmi, Dali’nin kendine özgü düşünme ve resmetme biçimiyle uyumlu bir birliktelik oluşturuyordu. Buna yeni yeni Dali’nin ilgisini çeken Freud’un görüşlerini temel alan kuramlar da eklenecekti.

1929 Dali’nin hayatında çok önemli bir yıl oldu. Zira o yıl gerçeküstücülüğün kurucusu Andre Breton ile tanıştı ve bu harekete resmen katıldı. Yine aynı yıl gelecekte evleneceği kadın (“Gala” diye tanınan) Helena Diakonova ile tanıştı. Kadının, kendisinden on yaş büyük ve şair Paul Eluard ile evli olması gerçeği ikilinin arasında sıcak bir ilişkinin başlamasına engel olmadı. Gala, çok geçmeden Dali’nin hayatının fevkalede önemli bir parçası oldu. Onun esin perisi, sanatının tutkulu bir destekçisi ve aynı zamanda menajeriydi. 1934’te evlendiler ve Helena 1982’de ölene değin birbirlerinden pek ayrılmadılar.
Dali’nin En Parlak Dönemi
Dali’nin sanatı, öteden beri alışılmadık ve rahatsız ediciydi. Özneleri, çoğu zaman çeşitli bozulma halleri içinde resmediyordu. 1929’da bu çizgide ilerleyerek Luis Bunuel ile Bir Endülüs Köpeği (1929) ve Altın Çağ(1930) adlı filmleri yaptılar. Çok şaşırtıcı ölçüde şiddet içeren (bir kadının gözyuvarının usturayla kesilip açılışını gösteren) Bir Endülüs Köpeği büyük ilgi gördü ve genç sanatçılara şöhret kazandırdı. Onun bu filmlerdeki asıl rolü senaryo yazarlığıydı.
Dali’nin gerçeküstücü resimleri de filmlerindekine benzer bir ruh taşıyordu. Nesneler çözünüyor, eriyor ya da alışılmadık ve rahatsız edici şekillerde başka bir şeye dönüşüyordu. 1931’de Dali, o zamana dek yaptıkları arasında en meşhur olan resmini yaptı: Belleğin Azmi. Bu resimdeki cep saatleri bir manzaranın içine eriyor ve karıncalar tarafından yeniyor. Dali’nin resminin sembolizmi Einstein’ın kuramı gibi yorumlanabilir: Zaman akışkan ve izafidir. Karıncalar, filler, salyangozlar ve ağustosböcekleriyle birlikte ölüm ve bozulmanın tekrarlayan sembollerine dönüşür. Dali’nin Büyük Mastürbatör (1929) ve Narcissus’un Dönüşümü (1937) gibi resimlerde yer verdiği yumurtalar ise umudun ve sevginin sembolleridir.

Hareketin ateşli bir lideriyken sonunda gerçeküstücülüğün kurucularından Andre Breton ile araları açıldı. Gerçeküstücülerin çoğunun sanatın siyasi bir değişimi ateşleyebileceğine inanmasına rağmen Dali, bu iki alanın birbirinden ayrı kalması gerektiğini düşünüyordu. Nitekim 1930’ların başında Hitler’in iktidara yükselmesini Dali pek umursamazken çağdaşları genellikle Alman lidere karşı seslerini yükseltiyordu. Onun bu kayıtsızlığı 1934’te gerçeküstücü gruptan resmen atılmasına yol açtı.
O sıralarda Dali’nin Amerika’daki ünü giderek parlıyordu. Kendisine yöneltilen eleştirilerden etkilenmişe benzemiyordu. İyi sanat yapmak için “paranoyak-eleştirel yöntemi” kullanmaya başladı. Bu yöntem bilinçaltının tuvale akışını kesintiye uğratmadan resim yapmak için kişinin içindeki düşleri, hayalleri, kuruntuları ve çılgınlıkları uyandırması demekti. Söz konusu yöntem, gerçeküstücü sanatçılar arasında rağbet gördü ve moda, heykel, şiir ve resim alanlarında tamamen saf, serbest ve şahsi eserlerin üretilmesine yol açtı.
Dali’nin Ünü

1940’ta İkinci Dünya Savaşı’ndan kaçmak için Dali, karısıyla birlikte Amerika’ya göçtü. ABD’de geçirdiği sekiz yıl zarfında yoğun ticari girişimleri ve ünlülerle işbirliği sayesinde müthiş bir popülarite kazandı. Destino adlı film için Walt Disney ile işbirliği yaparak senaryo taslakları ve çizimler hazırladı. Keza Alfred Hitchcock’un yönetmenliği yaptığı Öldüren Hatıralar adlı film için bir rüya sekansı tasarladı. Bu dönemde sanatı giderek daha klasik ve dini bir niteliğe bürünüyordu. Gala ile birlikte İspanya’ya döndüklerinde üslubu holografi gibi yeni ve alışılmadık araçlarla birleşerek evrilmeye devam etti.

1989’da uzun ve şöhretli bir kariyerden sonra Salvador Dali, doğduğu kent olan Figueres’te kalp yetmezliğinden hayata veda etti. Ardında kendi adına kurulmuş iki müze bıraktı: Amerika’nın Florida eyaletine bağlı St.Petersburg şehrindeki Salvador Dali Müzesi ve Figueres şehrindeki Dali Tiyatro-Müzesi.
“Altı yaşındayken aşçı olmak istiyordum. Yedi yaşında Napolyon olmak istiyordum. Hırsım o günlerden beri aynı şekilde artmaya devam ediyor.”-Salvador Dali
Salvador Dali hayranıyım tarzını çok seviyorum onun yolunda irelilemek istiyorum. METALLİCA da ile da öyle