Bugün sizlere iki gün boyunca kaldığım ve kaldığım bu süre boyunca neredeyse hiç araç kullanmadan, yürüyerek gezdiğim Roma’yı kendi gözümden anlatmaya çalışacağım. Yürümeyi ve bir şehri en küçük sokaklarına, en kılcal damarlarına kadar hissetmeyi seven birisi iseniz, Roma tam size göre bir şehir. Bir açıkhava müzesi de diyebiliriz. Dünyanın en gözde markalarının mağazalarının bulunduğu, şehrin en modern caddesinde yürürken, caddenin sonunda karşınıza yüzyıllar öncesinden günümüze ayakta kalmayı başarmış görkemli bir katedral, cadde üzerinde bulunan ara sokaklardan birine saptığınızda, hiç beklemediğiniz bir anda Aşıklar Çeşmesi gibi, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen yüzlerce insanın dilek tutup içine para attığı, ihtişamlı bir havuz çıkabilmekte. Dolayısıyla Roma’da yürürken, her an şaşırmaya hazır olmanız lazım.
Her ne kadar Roma Dondurması diye bir tabir bizlere özgü olsa da, biz yine de kendi tabirimizin hakkını vererek, Roma’ya gidip de Roma Dondurması yememek dedik ve Aşıklar Çeşmesi (Fontana Di Trevi) etrafındaki dondurmacılardan dondurmamızı aldık ve bu şehre bizden sonra geleceklere tavsiye edilebilecek kadar güzel olduğunu kendi damak tadımızla onayladık.
Aşıklar çeşmesinde dilek tutma konusundaki efsaneyi dinledikten sonra, “ya tutarsa” diyerek, Nasrettin Hocamız misali, çeşmenin havuzuna giderek, diğer gezginlerin yaptığı şekilde ritüeli gerçekleştirdik. Bilirsiniz, ilk parayı attığınızda dileğiniz kabul olursa Roma’ya bir kez daha yolunuzun düşeceğine inanılır. İkinci para, Roma’da Romalı güzel bir kıza aşık olacağınıza, 3. Para ise, aşık olduğunuz o Romalı kız ile evlenip, Roma’da yaşayacağınızı gösterirmiş. Ben tercihimi Türklerden yana kullanmayı seçtiğim için, Türk Parası attım havuza. Sonucu sizinle paylaşırım 😉
Eğer siz de benim gibi kahve seven biriyseniz, espresso, cappucino ve tiramisularının çeşitliliği ve güzelliğiyle İtalya tam size göre bir ülke. Pizzaların güzelliğinden bahsetmeye gerek bile duymuyorum. Floransa’da Cafe Gilli’de yediğim tiramisu o güne kadar yediklerimin en güzeliydi, fakat Roma’da Pompide yapılan tiramisu, Cafe Gilli deki ile başabaş yarışır.
Yüzyıllarca imparatorluklara başkentlik yapmış bir şehir, bir de o tarihi korumayı bilmişlerse, inanın insana çok keyif veriyor. Roma’yı kuzeyden güneye kıvrıla kıvrıla ikiye bölen Tiber (Tevere) Nehri üzerinde üzerinde bulunan köprülerin gündüz görüntüleri kadar gece görüntüleri de görülmeye değer güzellikte.
Bunlardan bence en güzeli, Melekler ve Şeytanlar filmine de ev sahipliği yapmış olan, Castel San Angelo kalesinin önündeki San Angelo köprüsüydü.
Castel San Angelo kalesinden yaklaşık 15 dakikalık bir yürüyüş ile Vatikan’a ulaşmak mümkün. Şehir içinde ülke, Katolik dünyasının ruhani lideri Papa’nın ülkesi Vatikan’ın görülmeden dönülmesi düşünülemez zaten. Burada; Papanın ayinleri yönettiği ve balkonundan halkı selamladığı, Saint Pietro meydanında bulunan Saint Pietro Bazilikasının dış ve iç görünüş fotoğraflarını paylaştım.
Benim Roma’da görmeyi en çok istediğim iki yerden birisi de (Birincisi Vatikan ve Saint Pietro Meydanı) tabii ki Collesium’du.
Yüzlerce yıl öncesinden günümüze kadar varlığını korumuş, filmlere konu olmuş birçok olaya ev sahipliği yapmış olan bu yapının içi de dışı da ayrı güzel. İçeri girmek için yaklaşık bir saat bekledik ama çeşitli paylaşımlardan okuduğum kadarıyla, 2-3 saat beklemek de burası için normal sayılıyor. Bu süreyi kısaltmak için Roma Pass denilen kartlardan alarak ( türüne ve özelliğine göre 28 veya 36 Euro), yaklaşık yarım saatlik bir bekleyiş ile de Collesiuma girmek mümkün. Ben iç görüntüsünü çok fazla görmüş değildim, bu yüzden hem içten hem dıştan görünüşünün fotoğraflarını paylaşmak istedim.
İmparatorluklara başkentlik yapmış bir şehri, hele de Romayı anlatmak, birkaç satıra veya birkaç sayfaya sığdırmak mümkün değil.
İspanyol merdivenlerinden, Phanteon’a, Santa Maria Maggiore Bazilikasından, Navona Meydanına kadar daha birçok yerden bahsetmek isterdim, fakat biraz sonra, (umarım bir sonraki yazımda bahsetme imkanım olur), Doğu Karadeniz-Batum seyahatim başlayacak olduğundan, burada istemeyerek yazıma son veriyorum. Bu yazıyı okuyan herkesin, bir gün Roma’nın güzelliklerini doya doya hissederek gezme imkanı olur.