Bu güne, 93 yıla birbirinden güzel hikayeleri sığdırmış, pamuk gibi yüreği tatlı mı tatlı dili ile dolu dolu geçen komşumuz Nurten Semerci teyzemizin kahve sohbetinde başladık.
Onu dinlemek anlattıklarında yıllların ne kadar hızla geçip gidebildiğine şahitlik ettik diyebilmek ne büyük bir şans…
Karataş’ı bilir misin? doktorcuğum cümlesinin arkasını dinlemeden o kahve bırakılıp çıkılabilir miydi?
Tabi ki hayır…
Bakın Karataş’ın o sabah kahvesinde ki telvelerinde ne güzel bir aşk varmış.
…Pazar günü gittiği küçük kilisesi ve balıklarını sattıktan sonra takıldığı balıkçı kahvesi, iki duble içtiği erik rakısı dışında Eleni’si ile yaşayan bir balıkçı Panayot varmış 1900’lü yıllarda Foça’da…
Hiç çocukları olmayan bir güzel çift.
Yine aynı yerde aynı yıllarda, Hüseyin adında bir balıkçı ve eşi Hatice de yaşarmış.
Hüseyin de Panayot’un Pazar günü kiliseye giden yanı gibi, inancı gereği Cuma günleri Kale içindeki mescide gider, namazını kılar, balıklarını sattıktan sonra o da balıkçı kahvesine uğrarmış.
Hüseyin ve eşinin de hiç çocukları olmamış.
Balıkçı kahvesinde bu iki balıkçı denk gelselerde, selamlaşmanın ötesine gidemeyen aynı köyün balıkçıları olmaları dışında bir ortak yanları yok insanlarmış.
Yine vira dedikleri bir günde birbirleriyle selamlaşarak çıktıkları avda denizin öfkesi ve dalgaların azizliği ile Foça’ya doğru dönmeye çalışırken, Panayot sandalının yenik düşmesi sonucu sürüklenmeye başlamış.
Hüseyin hemen Panayot’un yardımına koşmuş ve sandalına bağladığı Panayot’un sandalı ile Küçükdeniz Balıkçılar kahvesine ulaşmayı başarmış.
Hayatını ve sandalının kurtuluşunu borçlu olduğu Hüseyin ile Panayot artık iyi birer dost olmuşlar.
Rivayet o ki bu dostluk sonrası her ikisinin de birer çocukları olmuş.
Panayot’un oğlu Rumca’da Deniz anlamına gelen Talaşa, Hüseyin’in kızının adı ise tesadüf olduğu anlatılan Deniz olmuş…
Arkadaşları bu tesadüfü Hüseyin’in kızına Migalo Talasa (Büyük Deniz), Panayot’un oğluna Micro Talasa (Küçük Deniz) diyerek anmaya başlamışlar.
Ve yıllar sonra, çocuklar babaları denize çıktığı zamanlarda, şimdiki Köprübaşı denen dere kenarında, esmer kaya parçasının (Karataş) yanında buluşmaya başlamışlar.
Birbirlerine aşık olan gençler ailelerin de izni ile evlenmişler.
Evlendikten sonra Talasa, balıkçılık yapmak istemediğinden İzmir’e giderek çalışıp para kazanmak istemiş…
Deniz, her gün Talasa ile buluşma yerleri olan Karataş’ın üzerinde oturur, onun yolunu beklermiş.
Yıllar geçmiş.
Talasa geri dönmemiş.
Yıllarca Talasa’nın dönmesini bekleyen Deniz, hasta olup yatağa düşüp ve ölmüş.
Panayot ve Hüseyin bu büyük aşkın başladığı yer olan Karataş’ı Deniz’in büyük aşkı adına koruyup kollamış.
“Kim ki Makro Petra-Karataş’ın üzerinden geçerek Foça’ya gelirse, yeri meçhul bu taşa ayak basarsa, Foça’ya olan tutkuları artsın ve Foça’ya kuvvetli bir bağla bağlansınlar.” diye dualar etmişler.
Foça’ya gelenlerin Karataşa götürülerek ayaklarını taşa sürttürmelerinde ki mit buymuş…
Foça’ya gezmek için bile olsa gelenler, Karataşa dokunurlarsa gitseler bile yürekleri hep Foça’da kalsınmış…
Ne kadar etkilenirsiniz bilmiyorum ama hikayeyi anlatanların Foça’ya gezmek için gelen ve sonrasında Foça’ya yerleşen insanlar olması beni biraz titretti…
?