Seyircisi olsaydım bu dünyanın mısır patlağım elimde kah bir gün ağlar kah öteki gün gülerdim olanlara. Ama unutuverirdim oracıkta, nasılsa yarına başka bir hikaye çıkıverirdi. Oysa ben hepitopu bir bedendim; iki el iki bacak. Öyleyse gönüllüsü olabilirdim seyircisi olmadığım bu dünyanın. Oldum da. Dünya çapında bir gönüllülük organizasyonunun mağazacılık alanında asistan olarak çalışmaya başladım.
Büyük bir yardım kuruluşuydu bu; insanlar evde giymedikleri kıyafetlerini, kullanmadıkları eşyalarını buraya mağazaya getiriyorlardı. Bizde onları, kullanılabilir olanlarını ayırıyor, temizliyor, ütüsünü yapıp mağaza vitrinine koyuyorduk. Ayrıca özel günler için hazırladığımız içerisinde erzak ihtiyacı, su kapları, et ihtiyacı, bitki kökleri vs. olan hediye paketlerini satışa sunuyorduk. Her çarşamba gelen bir kamyonet dolusu ikinci el kıyafet, ayakkabı vs.’ ler arasında telaş içinde koşturuyorduk bir ufaklığın daha su ihtiyacını karşılayabilmek için, onu bir gün daha güzel günlere yaşatabilmek için.
Kasa da çalıştığım günlerde kapanışı yaparken müdürümle birlikte dışarıda sergilediğimiz ürünleri mağaza içine taşıyor, dağılmış kıyafetleri düzeltip yerlerine yerleştiriyor en son ışıkları kapatıp depoya iniyorduk, bugün mağaza ne kadar kazanmıştı hesaplıyorduk. Hedefimiz yoktu ama her kuruşun değeri vardı. Afrikalı, Suriyeli bir çok çocuk için ihtiyaçtı bunlar. Sadece çocuklar için değil aileleri için, eğitimleri için de çabalıyorduk, bizim kadar şanslı olmaları için çalışıyorduk.
Her günün sonunda bir önceki günden fazla çıkan kasa tutarında müdürüm çocuklar gibi gülümsüyor, sevinçle merkeze bildiriyordu. Müdürüm dediğime bakmayın o da gönüllüydü benim gibi ve de bey demektense ismiyle hitap edilmesininde bir saygı olduğunu söyleyip duruyordu bana. Oysaki ben alışkın değildim o bir üst yetkideyse üst iliklemeyi, efendimi hakediyordu. O büyüktü, yüceydi emir verir hakaret edebilirdi. Adetlerimiz böyle dediğimde burası başka bir dünya diyordu.
Ben de düşünüyordum Metin Hara’nın dediği gibi “Mümkün olabilir miydi başka bir dünya?” Her defasında çay telaşı olurdu. Teşekkür edip kendim hazırlarım desem de kendisi büyük bir memnuniyetle her öğleden sonra sütlü çayımı hazır edip masama bırakıyordu. Bazen yaşamlarını düşünüp ne kadar bencil olduklarını söyleyip kızsam da bazen de nasıl bu kadar egosuz cömertçe davranabiliyorlardı, şaşıyordum.
İş bitiminde gülümsenerek uğurlanıyordum, yarın görüşmek üzere sevgiyle vedalaşıyorduk. Ona duyduğum saygı ve sevgiyi pek kimseye duyduğumu hatırlamıyorum. Böyle bir ortamda nasıl varımla yoğumla çalıştığımı hayal edebilirsiniz herhalde. Ondan mıdır bilmem sevgili Barış Manço’nun bir şarkısı dilimde bugünlerde:
Yaz dostum yoksul görsen besle kaymak bal ile
Yaz dostum garipleri giydir ipek şal ile
Yaz dostum öksüz görsen sar kanadın kolunu
Yaz dostum kimse göçmez bu dünyadan mal ile
Yaz dostum su üstüne yazı yazsan kalır mı
Yaz dostum bir dünya ki haklı haksız karışmış
Yaz dostum boşa koysan dolmaz dolusu alır mı
Yaz dostum güzel sevmeyene adam denir mi
Yaz dostum selam almayana yiğit denir mi
Yaz dostum altı üstü beş metrelik bez için
Yaz dostum boşa geçmiş ömre yaşam denir mi.
Sevgilerle..