Ayaklarımın altında tüm şehir, birkaç damla süzülüyor gökyüzünden. Kıyafetlerimi ıslatan yağmuru izliyorum donuk gözlerimle. Yüreğim bir kor, bir avuç su birikintisini bassam diyorum, sönse. Anlamıyorum, gittiğini bile bile nasıl yerle bir olmuyor bu şehir, nasıl yıkılmıyor ellerinin dokunduğu o duvarlar, nasıl esiyor hala tenini titreten o rüzgar.. Bu insanlar nasıl.. Nasıl dilemiyorlar hala seni Tanrı’dan? Neden ağlamıyor kimse feryat figan, neden özlemiyorlar seni? Günler mi geçmeli, aylar mı? Neden fısıldaşmıyorlar adını? İlla yerli yersiz bir selâ mı okunmalı, illa adın mı söylenmeli bir selânın sonunda? Benim yüreğime düşen korun ateşi neden yakmıyor kimseyi, neden?
Oysa eminim, şu yürüyen insanlardan birine elbet gülmüşsündür, şu köşedeki esnafa elbet selam vermişsindir bir sabah.. Kaldırımdaki o solmaya yüz tutmuş çiçeği sulamışsındır, bir kediyi kurtarmışsındır inemediği o ağaçtan. “Allah seni sahibine bağışlasın” diye dilekte bulunan o adamın karnını sen doyurmuşsundur, yere düşen birine elini uzatan ilk sen olmuşsundur. Söyle ama bana neden, neden uçuyor hala bu kuşlar, yahu ben neden nefes alıyorum hala?
Neden göstermiyor Tanrı adaletini, ölmek için çıktığım bu çatıda neden nefes alıyorum hala? Hangi günahımın borcu olarak biliyor bana lâyık gördüğü bu sensizliği? Yahu uyan! Bir kere acı bana, uyan! Güldürme dostu, düşmanı ardımızdan.. Kaç kadeh içmeliyim şu an yanımda olman için, söyle? Kaç kadeh, kaç kurşun eder.. Söyle!
Yahu gitme, bırakma beni.. Bir avuç toprağına mahkum etme. Ya da son kez değsin parmakların sırtıma, şu binanın çatısından sana kavuşayım.. Beni affet, sensiz olan saatleri geçirecek kadar bile yürekli olamadım.
Görüşürüz sevgilim, her nerdeysen hemen yanında beyaz giymiş olacağım..