içinde

Her Karanlığa Bir Aydınlık İçin

Günler bazen uyanmana izin vermeyen bir karabasan gibi kalbinin, zihninin, bedeninin üstüne çökebiliyor. Zihninin içinde yer yer içi endişe gazlarıyla doldurulmuş balonlar dolaşıyor sanki böyle zamanlarda.. Bu balonlardan arta kalan bir ara sokakta, insansız, güneş almayan bir ara sokakta, sahipsiz birkaç köpek, senin okumayı unuttuğun içini her zerresine kadar biliyormuş gibi gözlerinin içine bakarak yürüyorlar. Adımları havayı dalgalandırıyor ve hafiften esmeye başlayan bir rüzgarla solgun yapraklar da yürüyorlar sana doğru. Yeryüzündeki tüm ses, köpeklerin adımlarının düzenli pat patlarıyla yaprakların hışırtısı..

Zihnindeki ara sokaktan çıkıp uyandığını bildiğin halde omuzlarındaki ağırlıktan dolayı şüphe duyduğun güne çevirince gözlerini, telaşla bir yerlere koşturan ya da tembel adımlarını vitrinlerin önünde duraklatan insanları, annesinin elinden kurtulup özgürce hareket etme arzusuyla ayağını yere vurarak bağıran çocukları, korna sesleriyle irkilen yayalarla, yollara sığmayıp taşan araçları, uzunlu kısalı, çirkin apartmanların önündeki dar kaldırımlarda nasıl olmuşsa hala yerini koruyabilmiş tek tük ağaçları görüyorsun. Böyle karabasanlı günlerde insanları ya da nesneleri anlamlandırmayı hatırlamadan, sadece görüyorsun.

Hisler, içindeki derin dondurucuda sakince uyukluyor. Kimi zaman dondurucudan kaçmayı başaran uyanıklar oluyor ki bunlar genelde hislerin en huysuz belki en çekilmez tipleri. Kalbini ve zihnini şikayet şimşekleriyle yerinden zıplatarak olan her şeye öfke duymana neden oluyorlar. Daha önce dikkat etmediğin uyarıcılara şiddetli tepkiler vermeye başlıyorsun. Mesela birden bire şehrin sesinin sanki beynini matkapla deldiğini fark ediyorsun ve öfkeden, tahammülsüzlükten dengesizleşmeye başlayan düşüncelerin odağını şehrin gürültüsünden çekip matkabın çıkardığı çıldırtıcı sese çeviriyor. Şehirden koşa koşa kaçıp evine saklanman gerekiyor hal böyle olunca, şehrin gürültüsünden uzaklaşmalısın ki matkap da kessin çalışmayı. Şimdi seslerin darbeleriyle harabeye dönmüş zihnini dinlendirmek gerek. Bir kanepe ve battaniyenin sıcak, sessiz koruyuculuğu altında kendini uyuşuk bir umursamazlıkta sallanmaya bırakıyorsun.

Hayatımızın hoşlanmadığımız bir yerinde durduğumuzda kendi içimize kapanmak ya da zihnimizde karmaşa yaşandıkça bundan kaçmak için uykuya sığınmak neden? Acıyı göz ardı etmek, acının şiddeti altında ezilip kalmaktan korktuğumuz için mi duygularımızı donduruyoruz? Muhtemelen öyle. Benim karabasanlı günler şeklinde tarif ettiğim hallerin gündelik dilimizdeki karşılığı tabi ki depresyon. Hayatımızda acı çekmek ya da mutsuz olmak için her zaman bir neden var, yaşanan büyük bir kayıp ya da ayrılıktan tutun da bir dişin ağrıması ya da ihtiyacın olmadığı halde yeni bir kazağa sahip olamayışına kadar. Mutsuzluğun şiddeti ve süresi, onun benliğini arsız, yapışkan kollarıyla sarmasına ne kadar izin verdiğinle alakalı gibi. Belki kötü bir rüyanın etkisiyle sabah gergin uyanman günü tatsız tuzsuz geçirmene neden oldu ya da bedenine fazla gelen bir yorgunluğun zihnini de yıpratması akşamını şikayet saatlerine çevirdi. Ertesi güne uyandığında aynı ruh hali devam ediyorsa depresyon için gerekli uyarıcı sinsice zihnine girmiş ve hevesle yayılmayı bekliyor olabilir.

Peki bir virüs gibi önce düşüncelerine sonra duygularına yayılıp seni ele geçirmeye meraklı olan depresyonun önünü almak için bir reçete var mı? Psikiyatrların yazacağı kimyasal içerikli ilaçlar ya da psikologlarla yapılacak seanslarla çözülmesi gereken bir hale gelmemişse durum, benim naçizane tavsiyem, hayatta gerçekleşmesini beklediğin her şeyin yanına ekleyebileceğin ‘umut’a tutunmak.

İnsanın kalp ve zihin yorgunluklarından sonra düşen yaşama sevincini bir güzel yukarı kaldırabilme becerisine sahip bence umut. Kışı sert geçiren bir memlekette sabahın altısında uyanıp da üşümekten ağlamaklı olmuş bedeninin sıcak mevsimlere de uyanacağına inandırarak seni, üzerine yağmaya başlayan karamsarlığa bir şemsiye açar mesela. Ya da bir insanın içindeki kirli sokakların kapılarının açılmasıyla içeride saklı kalmış kötü kokuların, dudaklarından sözcükler halinde akması derin bir hayal kırıklığı yaratabilirken bir başkasının gözlerinde gördüğün bir çocuk gülümsemesiyle insanların içinde hala güzel bir şeyler olduğuna inanmanı sağlar. Gecenin karanlığı çökmüş ve kalbindeki eve ulaşman güçleşmişse el fenerinin bitmiş pilini yenisiyle değiştirir.

Umut der ki sana: “Gülümse, gülümsemek bulaşıcıdır, insanların sert kabukları içten bir sevgi ve neşeyle kırılıverir”, “Bugün işin yoksa, yarın iş bulma konusunda bir adım daha ilerlemiş olacaksın”, “Yaşanan hayal kırıklıkları, sağlam mutlulukları hayatına çekmek için edindiğin tecrübeler” , “Gecenin göz yaşlarıyla geçmesi sabahın da böyle geçeceği anlamına gelmez”, “Herkesin yaşadığı çeşitli sağlık problemleri var, iyi bir bakım ve tedaviyle eskisinden daha iyi olacaksın”, “Kalk ve yeni güne adımını at, günün sana, senin güne ihtiyacınız var”.

Umut, yokluğunu çektiğin şeylere sahip olabileceğini hatırlatan bir aracı, yalnız kaldığında sırtını okşayıp seni saran bir arkadaş, aksayan günlerde düşüncelerine dayanak olan bir baston bazen. Evet, umut depresif hallere düştüğünde elinden tutup kaldırma gücüne sahip. Peki tekrar düşmeyi engellemek için ne yapmalı? Eh, umut ettiklerinin gerçeğe dönüşmesi için gerçek bir çaba gösterme fikri hiç fena görünmüyor.

Bir yanıt yazın

marketting

Çalışmadan Kolay Para Nasıl mı Kazanılıyor?

bayram

Bayram Gelmiş Neyimize?