Napolyon Bonapart, Fransa’da doğdu. Kendisi orta boylu, beyaz tenli, kararlı, biraz saf ama cesur bir adamdı. Babası bir çiftlikte işçi, annesi ise temizlik işçisiydi. Napolyon tek çocuktu ama kardeşi olsun istedi, çünkü hep yalnızdı. Kardeşi olursa hayatı boyunca yaslanacağı bir dostu olacaktı. Dostu pek olmadı, o sadece hayalleriyle ve hassas kalbiyle dost oldu.
Napolyon küçüklüğü hep çiftlik işleriyle geçiyor, boş vakitlerde babasının çalıştığı çiftliğin sahibi ona kitap veriyordu. Çiftliğin sahibi hoşgörülü, iyilik sever biriydi ve Napolyon’u çok seviyordu. Napolyon küçük dünyasında evrenler kadar hayaller kurup onu küçük dünyasına sığdırmaya çalışıyordu. Ama gerçek hayatta hepimiz biliriz ki evrenler asla dünyamıza sığmaz ama o sığdırdığına inanıyordu.
Napolyon okul hayatı hep başarısızlıklarla doluydu. Hatta okul öğretmenleri onu dünyanın en aptal öğrencisi olarak tanımlıyordu. Ama Napolyon farklıydı ve bu eğitim ona göre asla değildi. “Neden birileri tarafından koyulan kurallar bütünüyle oluşan bir eğitime tabi olayım” diye düşünürdü. O yüzden öyle ya da böyle okulu geçiriyordu. Napolyon 13 yaşındayken babası öldü. Maaşını vermediği için patronuyla tartışan babası, patronu tarafından önce öldürülmüş daha sonra tecavüz edilip çiftliğe gömülmüştü. Demek ki patron o kadar da iyi değilmiş. Lanet olsun yine yanıldık. Napalım hayat zaten yanıldıklarımızla yaşanıyor.
Napolyon’un Annesi çok sert ve umarsamaz bir kadındı. Napolyon’dan nefret ederdi. Sanki onu kendisi doğurmamış gibiydi. Annesi ile Napolyon arasında geçen bir diyalog şöyledir:
“-Napolyon: Anne sen beni sevmiyor musun?”
-Anne: Ben sevgisiz yaratıldım. Sana olmayan bir şeyi nasıl verebilirim.”
Napolyon yazar olmak istiyordu ve Nobel ödülü istiyordu. Üniversiteyi kazanmıştı ama tarih bölümünü kazanmıştı. Ne tarih okumayı ne de tarih yazmayı seviyordu. Lider bir kişilik değildi ama kalbi her zaman iyi düşüncede liderdi. Sorunsuz geçen üniversite yıllarında tarih akademisyeni olmuştu ama mutlu değil sadece mutsuzdu.
Annesi, Napolyon 30 yaşındayken ev temizliği yaparken 8 katlı bir evin penceresinden düşüp ölmüştü. Karakteri gibi sert ve umarsızca. Napolyon’un hiç kız arkadaşı olmadı. Çünkü hiç bir kız Napolyon’un hassas lider kalbini taşıyamıyor, dokunamıyordu. Napolyon ise sadece kitaplarla aşk yaşıyordu. O kadar çok kitap okurdu ki, bazen hiçbir şey anlamasa da kelimelerin gözünde dans edişini, kitabın vermiş olduğu o huzur kokusuna bayılıp sarhoş oluyordu.
Napolyon artık hayatın sorgusu yapmıştı. Ona göre hayat sorguda sessiz kalmış ve suçunu itiraf etmiyordu. Napolyon hayatı infaz edemiyeceğine göre o da kendini infaz etmeyi seçmişti.
Bir sabah evinin kitap kokan, yalnızlık rüzgarı esen o odasında. Komodinin üzerindeki suyu içmiş ve babasının ona yadigarı olan silahıyla kendi hayatına son vermiş, hayalindeki hayatına başlamıştı.
Son notu şöyleydi: “Hayat yaşamaya değerdi ama ben yaşamaya değmezdim.”
napolyon ile ilgili konu değişik olmuş yazı güzel oluşturulmuş akıcı ve öğretici