Gençtim. Ama deli çağımda değildim. Babamın sahip olmamda büyük katkısı olduğu ‘ferrarimi’ bir günde satıp gitmeye karar vermeden önceye kadar uçuk değildim. Öyle ani bir karardı işte benimkisi ne karakterime uyan ne de burcumun bir özelliğini taşıyan. Çekip gitmeme katkısı olan her bir olguya şükranlarım sonsuz ve yaşanılanlar bundan sonraki hayat anlayışıma yön verecekti; bende kuvvetle arkasında duruyordum.
Farkındayım artık.
Kaçıp gittim. Tekrar baba ocağıma döndüğümde ne işsiz olmam ne de meteliksiz olmam canımı sıkıyordu. Gelen iş teklifleri içimde en ufak bir kıpırdanma yaratamıyordu, çok ciddiyetle başvurduğum bir işe alınamayışımdan da olabilirdi elbette ;ama önemi yoktu , hayırlısı değildi belli ki. Çok sonraları sevdiğim bir arkadaşımın internette gördüğü bir ilanı haber vermesi, üstüne bağlı bulunduğum ÇMO’ nun çok sevdiğim değerli bir üyesi arkadaşımın da aynı ilan için haber göndermesi silsilelerinden sonra kayıtsız kalamadım telefonla iletişime geçtim. Karşımda kendine güveni yerinde cesur bir kadın vardı. Uzunca bir süre konuştuk sohbet ettik. Kapatırken kısmetten ötesinin olmadığını söyledi. Bende “Kesinlikle” dedim. Doğruydu; hayat bana birkez daha gidişata yön vermekten vazgeçmemi akışta olmamı söylüyordu. Bir şekilde akıp gitti herşey hayret edercesine. O ,bir kez telefonda görüştüğüm, başka hiçbir şekilde tanımadığım, tanımlayamadığım kadın bana referans olmuştu. Görüşme için aradıklarında adımın fazlasıyla hafızalarında olduğunu biran önce beni tanımak istediklerini söylemişlerdi. Şaşkındım; hayatımda hiç tanımadığım birinin beni hiç görmeyen, tanımayan birinin kuvvetli referansıydı bu. Benim içindi. İşe alındım mı alınmadım mı şuan bilmememle beraber farkındaydım artık… Hiçbir karşılığı yoktu bu davranışının , kimseden teşekkür beklentisi de. Böyle olmalıydı da. Dünya üzerinde tek karşılıksız olanın anne evlat ilişkisi olmasına rağmen bunda bile bir yanlışların olduğunu düşünen ben şüpheciliğimi, ön yargımı bir kenara attım yine. Farkındaydım insan, insan için vardı.
Farkındayım artık.
Kardeşim değerinde bir dostum kendi işsizliğini, mutsuz, huzursuzluğunu, gelecek hayatını hiçe koyup benim en sevdiğim işi yapabilmem için çabalıyordu. Telefon ediyor, bağlantılarımı sağlıyordu. Tek başına da değil en sevdiğiyle birlikte kendilerini düşünmekten vazgeçip benim için çalışıyorlardı. Görmemek için kör olmam gerekirdi. Her defasında beni boşverin kendinize bakın dediğimde ‘ Sen de benim kardeşimsin.’ cevabını alıyordum. Bir beklentileri yoktu onlarında. Ailemdi onlar, fedakarlık yapmıyorlardı, karşılıksızlığı öğretiyorlardı. Bu ayrımı yapmak çok önemliydi!. “Yok canım olur mu öle şey?” demeyin. “O insanları tanımıyorsunuz.” cevabını yapıştırırım hemen. Artık yüreğim rahat. Bir yerlerde de olsam, bazen yok bile olsam onlar yine yanımda canımdaydılar.
Farkındayım artık.
Kısa zaman önce tanıdığım cici bir arkadaşımın önerdiği bir kitaptı ‘Senden Önce Ben’. Farkında olmadığım bir şeyden bahsediyordu: kimseye mahkum olmadan yaşayabilmek; su içmek, yemek yemek; dans etmek… Filmide çıkmış kitabın ama okumak kadar yerini tutar mı… Birçok eleştirmenin uyarısı var kitabın baş sayfalarında : “Mümkünse sokakta, otobüste elinizde olmasın!” diyorlar. “Ağlamamak için kendinizi tutmaya çalışan bir enkaza dönüşebilirsiniz adeta.” diyorlar. Aklımdaki her düşüncenin kelimelere dökülmüş eleştirel hali var kitapta; o nedenle iyiki arkadaşımın tavsiyesiyle aldım ve okudum.
Farkındayım artık. Hayatımdaki ufacık şeylerin bile ne mucizelere bedel olduğunun farkındayım. Ben de Yunus Emre gibi yaratılanı seviyorum yaratandan ötürü.
Sevgilerle…