Bana En Çok Dokunan Filozof – Nietzsche

Bana En Çok Dokunan Filozof – Nietzsche

Nietzsche benim için yalnızca bir filozof değil, adeta düşünce yolculuğumun en keskin, en heyecan verici durağı. Onu okuduğumda bir felsefenin soğuk bilgilerini değil; hayatın içinden, zaman zaman sarsıcı, zaman zaman da umut verici bir iç sesi duyuyorum.

19. yüzyılda yaşamış, genç yaşta profesör olmuş ama akademiyi bırakıp yazmaya ve düşünmeye adanmış bir hayat sürmüş. Sağlığı zayıftı, çoğu zaman yalnız yaşadı, ama fikirleri dünyayı hâlâ sarsıyor. Çünkü Nietzsche, insanı kalıplara sığdırmaya çalışan bütün “alışılmış doğrulara” karşı çıkan bir ruhtu. Onun satırlarında, hepimizin içinden geçen o gizli fısıltıyı buluyorum: “Daha fazlası olabilirsin. Kendi yolunu bulabilirsin. Başkalarının senin için çizdiği sınırlara mecbur değilsin.

Nietzsche’nin en sevdiğim tarafı, “güç” kavramını bambaşka bir boyuta taşıması. O, gücü kaslardan ya da iktidardan değil; insanın kendi karanlıklarıyla yüzleşebilmesinden çıkarıyor. Düşüncelerini okurken, güçsüzlüğü kabullenmek yerine onunla dans etmeyi, hayatın acı yanlarını bile bir tür büyüme fırsatı olarak görmeyi öğreniyorsunuz. Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabında anlattığı “üstinsan” fikri de aslında insanın kendini aşma cesaretinden başka bir şey değil.

Bence onu özel kılan da bu: Nietzsche, “hayat zor” demekle kalmıyor, “evet zor ama tam da bu yüzden değerli” diyor. İyinin ve Kötünün Ötesinde eserinde geleneksel ahlakı sorgularken, insanı başkalarının koyduğu kuralları değil kendi vicdanını dinlemeye çağırıyor. İşte tam da bu yüzden, özellikle de ezberlere sıkışmış, hayal kırıklıkları yaşayan genç kuşaklarda büyük bir yankı uyandırdı. İnsanlara sıradanlığa boyun eğmek yerine “kendi yolunu çiz” deme cesareti verdi.

Onun satırlarında bazen bir dostla tartışır gibi oluyorum. Bana meydan okuyor, sanki “Bu inancın gerçekten senin mi, yoksa başkalarının sana ezberlettiği bir şey mi?” diye soruyor. İşte bu yüzden Nietzsche okumak, konfor alanını terk etmek gibi. Biraz rahatsız ediyor ama aynı zamanda büyütüyor.

Zaman zaman “Hitler Ari ırk düşüncesini Nietzsche’den mi aldı?” diye soruluyor. Aslında Nietzsche’nin Nazizm ve ırkçılıkla ilgisi yok. Tam tersine, o milliyetçiliğe ve kör itaate hep karşı çıktı. Ölümünden sonra bazı eserleri kız kardeşi tarafından çarpıtılarak Nazilere yakın gösterildi ve Hitler tarafından da kendi ideolojisine mal edildi. Oysa Nietzsche’nin “üstinsan” dediği, ırksal bir üstünlük değil; insanın kendini aşma gücüydü.

Çünkü Nietzsche bana düşünmenin sadece kitaplarda kalması gereken bir şey olmadığını gösterdi. Onun felsefesi masa başında değil, hayatın tam ortasında nefes alıyor. Bir yürüyüşte, bir dost sohbetinde ya da en karanlık gecede ansızın akla düşen bir cesaret kıvılcımı gibi. Ecce Homo adlı kitabında kendi hayatını anlatırken bile aslında bize “kendi hikâyeni yazmaktan korkma” mesajını veriyor. Bu yüzden de insanlar onu yalnızca bir düşünür olarak değil, adeta bir yaşam koçu gibi gördüler; sarsıcı ama güç veren bir ses olarak arkasında yürüdüler.

Onu okudukça, hayatın sıradanlığına teslim olmayı reddeden bir sesin peşine düşüyorum. Bu yüzden Nietzsche, benim için yalnızca bir filozof değil; bir yol arkadaşı, zaman zaman bir ayna, zaman zaman da bir kışkırtıcı. Ve belki de en güzeli, onunla her karşılaşmamda şunu hatırlıyorum: Hayat, bütün zorluklarıyla birlikte, yaşamaya değer.

Selin Aras

Edebiyat denemeleri, Kültür-Sanat, Kitap yorumları

Dinle00:00
1.0x

Yazıya yorum bırakın

Önceki Yazı

Sonraki Yazı

Takip Edin
Arama Trend
Rastgele Yazılar
Yükleniyor

Oturum açma 3 saniye...

Kaydolma 3 saniye...