
Ben Freud. Birçoğunuz beni “her şeyi cinselliğe bağlayan adam” olarak tanıyorsunuz. İnsan ruhunun derinliklerine dair söylediklerim bazen hayranlıkla, bazen öfkeyle karşılandı. Oysa ben yalnızca insanın iç dünyasını, bastırılmış arzularını ve gizli dürtülerini anlamaya çalıştım. Size hayatımı, düşüncelerimi ve biraz da merak edilen yönlerimi anlatayım.
1856 yılında, Moravya’nın Freiberg kasabasında dünyaya geldim. O zamanlar kimse, küçük Sigismund’un bir gün dünyanın ruhunu anlamaya çalışacağını bilmezdi. Yoksul bir ailenin çocuğuydum ama içimde büyük bir merak vardı. Viyana’ya taşındığımızda, şehir bana kapılarını açtı. Viyana Üniversitesi’nde tıp okudum; beynin sırları, sinirler, insan davranışları beni büyüledi. Ama daha da fazlası, insanların söylediklerinden çok söylemediklerinde saklı bir gerçek olduğunu sezdim.
Zihni hep bir buzdağına benzettim. Yüzeyde gördüğümüz bilinç, küçücük bir parçaydı. Oysa suyun altında koca bir dünya vardı: bastırılmış arzular, çocukluk anıları, korkular ve en çok da cinsel dürtüler. İnsan, kendi kaderini çizdiğini sanır ama aslında ruhunun derinliklerindeki bu güçler tarafından yönlendirilir.
Çocukluk üzerine çok düşündüm. Çoğu kişi çocukları masum bir sayfa gibi görürken, ben onların da arzular taşıdığını söyledim. Bir oğlan çocuğunun annesine duyduğu bağlılık, babasına hissettiği kıskançlık… İşte buna “Ödipus Kompleksi” dedim. Bu sözlerim toplumda büyük yankı uyandırdı. Bana deli dediler, ahlaksız dediler. Ama ben yalnızca insanların gizli yüzünü açığa çıkarıyordum.
“Her şeyi cinselliğe bağlayan adam” dediler bana. Oysa benim için cinsellik yalnızca bedensel değil, hayatın enerjisiydi. Ona “libido” adını verdim. İnsan aşık olduğunda, bir sanat eseri yaratırken, hatta hata yaparken bile bu enerjiyle hareket eder.
Peki ben, bu kadar cinselliğe vurgu yapan adam, kendi aşk hayatımda nasıldım? İnsanlar hep merak etti. Benim hayatımda en önemli kişi Martha idi. Ona âşık oldum, yıllarca mektuplar yazdım. Kimi zaman kıskançlık krizlerine girdim, kimi zaman şefkatle bağlandım. Onunla evlendim ve altı çocuğumuz oldu. Hayatım boyunca sadık bir eş oldum, aşkımı tek bir insana adadım. Evet, insan ruhunun karanlık yanlarını inceledim, arzuları, bastırılmış dürtüleri açığa çıkardım ama kendi hayatımda düzen ve bağlılığı seçtim. İşte bu yüzden benim özel hayatım, düşüncelerim kadar sansasyonel olmadı.
Elbette eleştirildim, dışlandım, hatta alaya alındım. Ama aynı zamanda fikirlerim sanatçılara, yazarlara, sinemacılara ilham verdi. Bir romanda kahramanın iç çatışmasını okuduğunuzda, bir filmde karakterin rüyalarının peşine düştüğünüzde aslında benim izlerimi görürsünüz.
Son yıllarım kolay değildi. Savaş, sürgün, hastalıklar… 1939’da Londra’da hayata veda ettim. Ama fikirlerim hâlâ yaşıyor. Kimileri beni eleştiriyor, kimileri hayranlıkla anıyor. Belki haklısınız: Ben her şeyi cinselliğe bağladım. Ama bunu basit bir saplantıdan değil, insan ruhunun en derin gerçeğini bulduğuma inandığım için yaptım.
Bugün size hâlâ sormak isterim: Gerçekten düşündüğünüz kadar özgür müsünüz, yoksa içinizde saklı arzuların esiri mi?