içinde

Zamansız

Tanrı’nın büyüklüğüne hazırladığı kötü sürprizlerin sonunda inanıyorum. Çünkü ben Tanrı olsaydım, bu kadar canı acıtırken, bu kadar sakin kalamazdım. Yitirirdim metanetimi, yağan yağmur Mikail’in eseri değil, gözyaşlarım olurdu. Ertesi sabah gözyaşlarım sayesinde can bulurdu ufak tohumlar. İşte o zaman bu kimsesizliğimden kurtulur, Tanrı olmanın yanı sıra bir işe yaradığımı düşünür biraz huzur bulurdum.

Soracak olursan eğer sağır olmayı dilerdim, acı dolu çığlıklarını duymak yerine. Eğer kollarımda can çekişeceğini bilseydim, bir daha kalem tutamayı yeğler, vazgeçerdim kollarımdan. Oysa her şeyden bir haber uyanmıştım o sabaha, bir gün gidebileceğini düşünmediğim için yatağın boş tarafı hiç acıtmamıştı canımı. Çünkü gece olunca yine başın bu yastıkta olacak, yine kokun dolduracaktı bu küçük odayı. Yine seni izleyecektim, sen bilmem kaçıncı rüyanı görürken. Gecelerin en sevdiğim kısmı da buydu, sen her şeyden habersiz. öyle masum, öyle mahsun uyurken izlemekti seni. Birbirlerine karışmış kirpiklerini sayma deliliğine girişmek, sabahın bir körü kalkıp işe gidecekken vaktin sabah olduğunu yüzüne değen güneş ışığıyla fark etmek… Sonra sinirlenmek kendime, perdeyi açık unutup o güzel uykunu densiz bir güneşle bölmek üzere olduğum için. Senelerdir bu anı beklemişken, yaşamamak suç olmaz mıydı sence de?

İşte o gece büyük bir aptallıkla yorgunluğa yenik düşmüştü göz kapaklarım. Kirpiklerini sayamadan uyumuştum ilk defa, yüzünü aydınlatan güneş ışığını görüp kendime nefret kusarak kalkmayacaktım o yataktan. Gözünü açışını, yatağın içindeki o ilk gerinmeni izleyemeyecektim. Sabahları suratında oluşan o yersiz öfkeyle nasıl baş edeceğimi düşünemeyecektim. Sinirli uyanırdın, nefret ederdin sabahlardan, günaydın demeden önce o tok ses tonunla perdeyi yine açık unutmuşsun derdin, binlerce kez özür dilemek dahi istesem sadece gülümserdim. Ve günaydının ardından, dudakların değerdi tenime. Mest olurdum. İşte o sabah, bunların hiçbirini yaşamadım. Uyuduğum için izleyemedim seni uyurken, o ilk gerinişine, öfkelenişine şahit olamadım. Beni düşünmüş olacaksın ki, perdeyi çekip gitmişsin, saatin kaç olduğunun dahi farkına varamayıp, geç kalmıştım işime.

Tüm bunları anlamsız bir şekilde normal karşılıyordum, Tanrı’nın bana kötü bir sürpriz hazırladığının farkında dahi değildim. Bu kadar güzel şeyi inşaa ettikten sonra hayatıma, yıkacağı aklımın ucundan dahi geçmezdi. Eh, kötü sonları hep düşünürdüm ama hiçbir sonu yakıştıramazdım sana. Yataktan nasıl kalktığımı, nasıl hazırlandığımı bilmiyordum. Bildiğim tek şey, sen olmayınca böyle yarım yamalak kalacağımdı. Baksana sadece bir sabaha sensiz uyanmıştım ve kötü gitmeye başlamıştı her şey. Seninle geçirdiğim iki ayın ardından, uyuyabildiğim ilk gecenin sabahına mutlu uyanmam gerekirken korkarak başlamıştım. Birkaç saatlik eksikliğin bana bunu yaparken, sensiz yıllarımı nasıl geçirdiğimi anlamıyordum. Tüm bu düşünceler beyimde dönerken, bir lokma ekmek yemeden çıktım evden. Her adımımda geriye doğru gitsede asfalt, her sabah kahvaltı yaptığımız o kafenin önündeydim. Bir güne sensiz başlamış olabilirdim ama bu sensiz devam edeceğim anlamına gelmiyordu.

O sessiz sedasız kafenin önü o kadar kalabalıktı ki, iğne atsan yere düşmeyecek gibiydi. Bir yerlere koşuşturan insanlar, ağlayan birkaç insan… Çok fazla ses vardı, senin bu kadar gürültüye dayanamayıp başka bir yere gittiğini düşünürken kalbime bir kurşun gibi saplanan haykırışla irkildim. Tüm kanım çekildi sanki, ne bir adım ileriye gidecek gücüm vardı ne de olduğum yere yığılacak. Yanlış duyduğuma dair teselliler dahi sunamıyordum kendime. Ama yanlış duymuş olmalıydım, başka yolu yoktu… Derken, bir çığlık daha. O kadar sana aitti ki bu ses, o kadar sendin ki hareket edemiyordum. Bir adım atmalıydım, birkaç adım daha. Çekip çıkartmalıydım seni o kalabalığın içinden, bana yaptığın korkunç bir şaka olmalıydı bu.

Ben gerçek olmamasını dilediğim bu düşüncelerin arasında savrulurken yanımdan geçen ambulansla kendime gelebildim. Koştur koştur yanına geldiğim o kalabalığın ortasında, seni ve tanımadığım o kadını kanlar içinde gördüm. Ellerin, o kadının ellerindeydi, sanki bıraksan gidecekmiş gibiydi. Sanki sen bendin, sen ise o. Ama aldırış etmedim, seni kollarımın arasına nasıl aldığımı bilmiyorum, o kadının attığı son bakışı da hatırlayamıyorum sahi. Hatırladığım tek şey, o kadının kapanan gözleri ve senin kollarımın arasında acı içinde attığın o çığlıklar… Keşke sağır olsaydım o an, keşke kör olsaydım. Keşke Tanrı o an canımı alsaydı, seni kaybetmenin acısını böyle yaşamasaydım.

Gözlerimden süzülen birkaç damla yaşın eşliğinde, kollarımın arasında elini tuttuğun o kadının hemen ardından, adını sayıklayarak gözlerini kapatışını izledim. Sana yemin ederim, kör olmayı dilerdim. Bu gidişini izlemektense kör olmayı dilerdim.

Mezar taşının başındayım şimdi, en sevdiğin sigara dudaklarımda. Ölürken dahi yanında olduğun o kadın da yanında; Serra. Dostlarından duydum çok sonraları, ondan başka kimseyi sevmediğini, beklemediğini. Yirmi beş yıllık hayatında öylesine biri olduğumu. Beni üzmek istemediğin için uyandığın her yeni gün hayallerinden vazgeçtiğini. Günlüğüne de yazmışsın uzun uzun, Serra’nın hemen yamacında ölmek istediğini. Anlayacağın Tanrı sadece beni değil, seni de düşünmüş. Bana seninle yaşadığım kısa bir ömür, sana da sevdiğin kadının elleri ellerindeyken güzel bir ölüm sunmuş. Bu ölüm, benim sınavımmış. Ama olsun, halledermişim. Seneler sonra sana kavuşmuşken, neyi halledemezmişim sahi?

Zamansız gidişinin ardında kalan birkaç güzel günle veda ediyorum şimdi sana. Yaşattığın her güzel güne bin şükür ve binlerce özür…

Yazar Yaren Gece ÖZTÜRK

Siz Ve Biz Blog Editörü - Adana

Bir cevap yazın

Yoksulluk

Kalamayışım