Âmin Maalouf “Afrikalı Leo” ve “Semerkant” kitaplarıyla gönlümü kazanmış bir yazardır. Tereddüt etmeden aldım kitabını. Zaten kitap kapağı muhteşem. Yazarın kitapları genellikle tarihi içerikli olur ancak bu kitabında ise içerik bir distopya. Çok şaşırtıcı! Yazar geleceği kurgulanmış ve modern dünyayı bekleyen en büyük tehlikeyi anlatmış bu kitabında. Nükleer savaşlar…
Atlas Okyanusu kıyısında küçük bir adada yaşayan kahramanlarımız Alec ve Eve tercih ettikleri yalnızlıklarının keyfini sürerken bir gün dünya ile bütün iletişimleri kesilir. Elektrik telefon,internet… Kısacası tüm iletişim kanalları kapanır. Kahramanlarımızın o küçük ve sakin dünyaları böylece birleşir. Kurgu tam da orada başlar.
Dünya nükleer savaşlarla burun buruna gelmiştir. Büyük güçler olarak kabul edilen ülkeler ellerindeki nükleer silahları kullanarak Amerika ile boy ölçüşmek istemektedirler. Dünya tehlike altındadır ve insanlığın sonu gelmiştir. Hal böyleyken devreye Empedokles’in Dostlara girer. Son derece gelişmiş tıp bilgisine ve tedavi yöntemlerine sahip hiç kimseye benzemeyen değişik bir toplulukturlar. “Ölüm bizim kadim düşmanımızdır. Ölümü geriletebilecek bilgeliğe ve bilgiye ulaşıldığında geride ondan başka düşman kalmaz.” felsefesindedirler. Seslerini duyurmaya da bizim kahramanlarımız Eve ve Alec in ıssız adalarından başlarlar. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Alec adada yaşanan gariplikleri araştırmaya başlayacak ve Amerika’nın içine sürüklendiği felaketin merkezinde oldukları gerçeğine ulaşacaktır. Gerisi çok akıcı, soluksuz okunacak bir hikaye.
Kitap tek düşmanımızın ölüm olduğu gerçeğini ve önceliklerimizi yeniden gözden geçirmemiz gerektiğini büyük harflerle tekrar hatırlatıyor bize. Kendimce eleştirebileceğim tek nokta ise Amerika’nın her konuda dünyanın en büyük gücü olduğu vurgusunun satır aralarına sıklıkla yerleştirilmiş olması.
Sonuçta kitap bir distopya. Akıcı mı? Evet kesinlikle akıcı. Değişik içerik okumak isteyenlere tavsiye ederim. Ama okuduğumuz önceki Amin Maalouf kitapları gibi değil. Bilin isterim.