Çocukluğumun o masum yılları nasıl geçti hala anlamış değilim. Şu an bunu düşünmeme neden olan şeyi de bilmiyorum. Belki o günlere duyduğum özlem, masumca kurulan arkadaşlıklar mı yoksa o zamanların verdiği mutluluğu şu an yakalayamıyor olmam mı bilemiyorum. Sanırım mutluluk daha ağır basıyor gibi…
Aslında en çok ihtiyacımız olan şey değil midir mutluluk?
Hepimiz mutlu olmak isteriz. Hayatımızda bizi üzen veya üzebilecek ne varsa bizden uzak durmasını isteriz. Şimdilerde bana yabancı olan bu kelimenin arayışı içerisindeyim. Doğup büyüdüğüm yeri, onca anılar içerisinde geçirdiğim sokakları, gülüşlerinde içimi ısıtacak arkadaşlarımı…
Her şey bir anda oldu ve ben her şeyi geride bırakıp o sevdiğim şehri bırakarak yeni umutlara yeni mutluluklara doğru yol aldım. Belki de bu beni daha çok üzecek; ama bu konuda kararlıydım. Seyahatim sırasında hiç yapmadığım şeyleri yapmak istedim. Otostop çekerek hiç tanımadığım biri ile seyahat ettim. Aslında otobüs yolculuğu ile arasındaki tek farkın güven olduğunu farkettim. Farklı ve huzursuz bir deneyimdi benim için. Yeri geldi yürüyerek yolları aşmak istedim. Bu daha keyifli ve eğlenceliydi; bedenim belli bir tempo ile hareket ederken düşüncelerimin daha bir özgür olduğunu görmek mutlu ediyordu beni.
Diğer taraftan, yürürken kat edilen yollarda küçük köyler kasabalar görmek yaşadığımız bu coğrafyada insanlarımızı tanımak, her birinin farklı yaşam hikayelerini dinlemek oldukça keyifli geçmişti. Her anlatılan hikayede bir parça bulmuştum kendimden…
Bir an duraksadığım yolumda gözüme çarpan küçük bir sahil kasabası gördüm. Sanki yıllardır hayalini kurup gitmek, yaşamak istediğim bir yer gibi beni kendine çekmişti. Kasabaya doğru yol alırken içimde o çocukluk yıllarımdaki sevgi mutluluk sanki yeniden filizleniyordu. Bir an önce gitmeli deniz manzarası ve bahçesi olan bir ev bulup yerleşmeliydim.
İşte burası yeniden umutlanacağım yer…
Aradan bir ay geçmişti ve ben bu şirin güzel kasabaya iyiden iyiye alışmıştım; sanki burada doğup burada büyümüşçesine… Bir nisan ayıydı, gün batıyor; ay parlaklığını güneşin yerine ufaktan gösterip geceyi aydınlatmaya başlıyordu. Ben her akşam olduğu gibi kasabamın sokaklarından sahile inen yolda yürüyordum. Az ileride şenlik havasında tezgahlar kurulmuş ortam kalabalıklaşmış cıvıl cıvıl insan sesleriyle dolmuştu. Akşam pazarları daha eğlenceliydi burada. Kalabalığın arasında ilerlerken birden o kokuyu, yasemin kokusunu aldım. Bu onun kokusuydu emindim; ama ihtimal veremiyordum. Nasıl olurdu bir daha göreceğimi hiç düşünmediğim, o mutluluğumun asıl kaynağı yıllardır hayaliyle yaşadığım kadınımın kokusu…
Uzun siyah dalgalı, ince telli, lüle lüle saçları, esmer teni, keman kaşları o kahve tadındaki kahve gözleri, hafif büyük; ama bence güzel olan burnu ve o gülünce kaybolan dudakları… Ben bunları düşünürken nasıl kahkaha atmışsam artık herkesin gözünün bende olduğunu sonradan fark ettim. Çok geçmeden bir ses “merhaba” dedi… Tekrar bir şok yaşamak üzere olduğumu bilerek yavaş yavaş arkamı döndüm ve o ömrümü hayaline adadığım kadınım karşımda…
Merhaba demek için adım attığım an gözlerim, beni bu rüyadan uyandırdı.
Anladım ki mutluluk, huzuru nerede aradığımızla değil ne ile aradığımızla ilgili…