“Hepiniz hayatınızın ebeveynleriniz tarafından çekilmez bir hale getirildiğine inanıyorsunuz. Evet ebeveynleriniz hayatınızın içine s*çıyor. Muhtemelen siz de çocuklarınızın hayatının içine s*çacaksınız ve bu böyle devam edecek. Sınırsız özgürlük istiyorsunuz. Ekonomi dersinde öğrendiğiniz azalan marjinal verimler kanunu ile bunun gereksiz bir ihtiyaç olduğunu kanıtlayabilirim. Kendinizi çölde ve çok susamış bir halde hayal edin. O durumda bir şişe su içtiğinizde size dünyanın en güzel anını yaşatacaktır. Sonra bir şişe su daha. Yavaş yavaş susuzluğunuz gidiyor değil mi? Sonra bir şişe su daha ve bir şişe daha. Şimdi ilk şişe su ile son şişe su arasındaki farkı bir düşünün. Son şişe de artık su içmek istemez hatta sudan nefret eder hale geldiniz. İşte olay budur. İçilen su miktarı arttıkça sudan alınan keyif azalıyor. Özgürlükle ve hatta hayatta ihtiyacını duyduğunuz her şeyle örneklendirebilirsiniz bunu. Bağımsız olmamak kötüdür. Katılıyorum ama özgürlüğün sınırsız olduğu ana her yaklaştığınızda karşılaşacağınız durum bundan daha kötüdür. Bunu bir düşünün.
Ders bitmiştir. Haftaya özgürlüğün sınırlarıyla ilgili bir kompozisyon yazıp getirmenizi istiyorum. Herkes sınıfta tek tek sunum yapacak.”
“Profesör! Sizinle bir şey konuşabilir miyim?”
“Söyle Philip dinliyorum”
Philip profesörün etrafını çepeçevre sarmış, ders notlarını karıştıran kalabalığa baktı.
“Yalnız olursak daha iyi olur sanırım”
“Saat 15.00’da sanatın gerekliliği hakkında bir seminerim var. Çıkışta bul beni.”
Philip kalabalığın arasından sıyrılarak döndü ve sırasına bırakılan bir dizi sınav kağıdına baktı. Edebiyat ve Felsefe hariç tüm derslerden kalmıştı. Belki de evrenin tüm sırrını içinde barındıran Matematikten koca bir sıfır, yaşadığı veya yaşamadığı gezegenler için geçerli kanunlar içeren fizikten koca bir sıfır, laboratuvarda deney tüpünü kırıp onlarca kişinin ödevini mahvettiği için kimyadan koca bir sıfır. Bu hata sınavını etkilememiş olsa bile kimyadan yine sıfır alacaktı zaten. Geriye kalan derslerden de hepsini topladığında bile bu dönemi atlatamayacağı kadar kırık notlar vardı.
Yolunu bulamıyordu bir türlü. Kendini sorguluyor ve “ben ne işe yararım?” diyerek yargılıyordu. Yeteneklerinin ve hatta daha benliğini bile keşfedememiş bir ahmak gibi hissediyordu. Sürekli düşünüyor. başını ellerinin arasına alıp herkes sınıftan çıktıktan sonra bile saatlerce sırasında oturuyordu.
“Bu dünyada benim için kenara ayrılmış bir alan yok mu? Üzerine hayatımı inşa edebileceğim bir gelecek planını ya da kenarından tutunarak tepesine çıkabileceğim bir tırmanma duvarı. Boşversene öylesine tembelim ki bu okulu bile bitiremeyecekken neler düşünüyorum.”
Çantasını topladı ve sınıftan çıktı. Koridorda yürürken diğerlerinin kendisi hakkında neler düşündüğünü, sıkıcı derslerle kat kat boğulmuş, kısıtlanmış beyinlerinde neler döndüğünü düşündü. Philip orta boylu, geniş omuzlu, çok düşünen az konuşan ve içine kapanık ortalama bir çocuktu. İçindeki cehveri henüz keşfetmiş değildi.
Philip o öğleden sonra saat 15.00’da ve ondaki sonraki üç gün okula gitmedi. Evde tüm gün daktilosunun başında oturuyor ve sadece tanrılara ait sanılan yaratma yeteneğinin kendisinde olup olmadığını test ediyordu. Öylesine bir kompozisyon yazmalıydı ve profesör dahil sınıftaki herkesi öylesine etkilemeliydi ki herkesin dikkatini çeksin. Çünkü profesörle konuşsa bile onu geçiştireceğine, ilgilenmeyeceğine inanıyordu.
“Aptal akademisyenler. Yalnızca etraflarında dört dolanan yalaka öğrencileri ve içi boş ama süslü laflarla yazılmış özenti makaleleri beğenirler” diye mırıldandı.
Bir top kağıdı daha odasının kapısına fırlatıp masasına gömüldü.
Sonraki hafta geldiğinde profesör ağır adımlarla içeri girdi. İlk sunum gönüllük esasına göre yapılacaktı. Üç yüz kişilik dev amfide yapılacak sunumlar için heyecanlı yüzlere baktı ve ellerini çırptı Gönüllü olarak ilk çıkacak kişiyi arar gözlerle sınıfa göz gezdirdi ve elindeki kağıtları hararetle karıştıran Philip’e baktı. Profesörden gözlerini kaçırmaya çalışıyor, başka şeylerle ilgilenir gibi yapıyordu.
Profesör kararlı ve kalın bir tonla seslendi.
“Gönüllü işini boş verin. Belli ki hepiniz elinizdeki binlerce kelimeyi sayıp dökmek için çok heveslisiniz. Ben seçeceğim.”
Philip Angel diye seslendi.
“Sahne sizin. Ne yazdığınızı açıkçası çok merak ediyorum. Tedirgin görünüyorsunuz.