Hayatının ilk üç kitabını söyle deseler Orhan Pamuk Masumiyet Müzesi’ni ve Kafamda Bir Tuhaflık’ı söylerim hemen… Bundan dolayı Orhan Pamuk’un kitaplarına hep olumlu başlamışımdır. Dile kolay, ilk üçte iki tane kitabı var. Dedim herhalde üçüncüsü de bu kitap olacak… Ve başladım “Kırmızı Saçlı Kadın”ı okumaya, umutla…
1985 yılında Cem adındaki bir çocuğun kuyu aradıkları yerde çadır tiyatrosunda gördüğü kırmızı saçlı bir kadına aşık olmasını, orada yaşadıklarını, hayatındaki tramvalarını, yeri geldiğinde hayatını sorgulayışını, yeri geldiğinde vicdan muhakemesini, Kral Oidipus ve Şehname efsaneleri hakkında kısa kısa hikayeleri ve bu efsanelerle ilgili kendi hayatıyla benzerliklerini, kısacası Cem’in hayatını Cem’in ağzından okuyorsunuz. İlginç sonlu, değişik konulu bir kitap… Buraya kadar her şey tamam… Ama maalesef benim beklentimi karşılayan bir kitap olmadı. Sevdiğim Orhan Pamuk kitapları arasına girmedi, giremez de.
Neden mi? Kuyu aradıkları süre o kadar uzun anlatılmış ki beni kitaptan soğuttu resmen. Bir ara bırakmayı bile düşündüm. Buldular mı, bulacaklar mı, ne oldu, ne olacak… bitmek bilmedi bir türlü. Açıkçası kitapta anlatılan aşk da bana geçmedi. Bundan 5 sene sonra kitapta ne anlatılıyordu diye sorsalar, su çıkarmak için kuyu kazmaları derim, aşkı unuturum kesin, o derece etkisiz kaldı bende. Okunmayacak kadar kötü demek istemiyorum, yanlış anlaşılmayım, içinde çok değişik bilgiler buluyorsunuz. Efsanelerden babalık kavramına, toplumsal baskılarından dönemin İstanbul’una kadar çok şey okuyorsunuz, sadece çok beklenti ile başlarsınız aradığınızı bulamıyorsunuz.
Ayrıca kitabın ilk sayfalarından itibaren yoğunlukla, neredeyse her cümlesinde geçen, “bazan” kelimesi beni inanılmaz rahatsız etti. Koskoca Orhan Pamuk yanılıyor olamaz, mutlaka bir bildiği vardır, belki doğrusu da odur ama “bazen”i çok aradı gözlerim satırlar arasında.
Şöyle bir kitap sitelerine baktım da, gördüğüm kadarıyla insanlar bu kitabı ya çok seviyor ya da hiç beğenmiyor. Bakalım siz hangi gruba gireceksiniz? İyi okumalar.