Niye her şeyi kötülemeye, izlemeden yerden yere vurmaya bayılıyoruz, anlamadım… Tanıtımlarından sonra sosyal medyada eleştiri yağmuruna tutulan Aşk 101’i başıma bir şey gelmeyecekse beğendiğimi söyleyebilirim.
Öncelikle oyuncu seçimleri çok başarılı… Öğrenci rollerinde gördüğümüz kişiler o rollere çok güzel oturmuşlar. Alina Boz, Selahattin Paşalı, Mert Yazıcıoğlu, Kubilay Aka ve İpek Filiz Yazıcı. Kendilerini izlettiriyorlar resmen. Zaten Kaan Urgancıoğlu’na diyecek söz yok, adam yürüyen karizma… Ses tonu, bakışı, cool tarzı diziye çok yakışmış. Burdan Kaan’a sesleniyorum; seni görsem ben de titrerim ve birlikte 19 Mayıs programı hazırlamaktan da zevk duyarım :)) Şaka bir yana, ekranlara çok yakıştırıyorum ben onu, iyi rollere de kötü rollere de çok yakışıyor, hakkını veriyor, keşke daha çok izleme fırsatımız olsa kendilerini… Pınar Deniz’e de öğretmenlik çok yakışmış, söylemeden edemeyeceğim.
İlk sezonda sadece iki oyuncunun büyümüş hallerini görüyoruz, Bade İşçil ve Tuba Ünsal. Onlar da çok uygun olmuş bence. Zaten Bade İşçil Ufak Tefek Cinayetler’den alışık flashback’li dizilerde oynamaya, hiç zor olmamıştır onun için. Ufak Tefek Cinayetler’den bahsetmişken bir sahnede daha o diziyi hatırladım; laboratuvardaki kavga sahnesi… O sahne bana o dizideki dört kadının kavga sahnesini hatırlattı; taş taş üstünde kalmadı resmen. Her iki sahneden sonra oraları nasıl temizlemişlerdir acaba diye düşünen tek ben değilimdir herhalde değil mi? Diğer oyuncuların büyümüş hallerini kimlerin canlandıracağı da ayrı bir merak konusu tabi.
Oyuncular ve aralarındaki uyum da çok güzel yansıyor ekrana. Üstüne bir de harika müzikler eklenince hem görsel hem işitsel güzel bir iş çıkmış ortaya.
Olaylar 90’lı yıllarda yaşanıyor aslında ama zaman kavramına çok rastlayamıyorsunuz. Birkaç ayrıntı var zamana dair; para biriminin bin’li olması, kapalı alanlarda sigara içimi, tuşlu telefonlar, şarkı seçimleri… Onun dışında eskiye ait çok bir şey göremiyorsunuz. Gerci bu da izlerken rahatsızlık vermiyor.
Dizide şefkat ve sevgi eksikliğinin sonuçları, fazla ilgi vermenin de aslında iyi bir şey olmadığı, paranın her şeyi çözemeyeceği, aşka engel olunamayacağı, öğrencilerinin yanlışlarına rağmen onları eğitime dahil etmeye çalışan öğretmenin yapabilecekleri gibi bir sürü insani değerlere vurgu yapılıyor. Okul ortamı anlamında hikayede biraz yanlışlıklar olsa da, özellikle o yaş grubuna ait fazla alkol kullanımı gösterilse de bunların gerçek hayatta da olduğunu inkar edemeyiz.
Diziyi izlerken okulu özlediğimi fark ettim, öğrencilerimi hatta problemli öğrencilerimi daha çok özlediğimi hissettim. Özlediğim tek şey okul değilmiş. İstanbul’u da çok özlemişim. Karantinada olduğumuz şu günlerde tam anlamıyla İstanbul gezisi yapıyorsunuz. Cihangir Tepesi’ni, vapura binmeyi, İstiklal’de yürümeyi özlediyseniz güzel manzaralar var dizide, benden söylemesi. Hatta hep boğaz turunda dışından gördüğünüz bir yalının bu sefer de içinden boğazı görme şansınız oluyor, daha ne olsun 🙂
Bu kadar olumsuz eleştiriyi hak edecek, gözlerin üstünde olmasını gerektirecek bir dizi değil, inanın bana. Netflix’in üstüne gidecek bir durum da yok, çok şikayetçiyseniz üyeliğinizi iptal ettirirsiniz, kimse zorla izlettirmiyor size. Ön yargılarınızı bir kenara atın ve bu diziyi izleyin ya da en azından köstek olmayın.