Uzun süre hayatıma yön verirken hep aynı yanılgıya düştüm: ne kadar çok çabalarsam, ne kadar çok didinirsem, o kadar çok şey elde edeceğime inandım. İstediklerimi almak için sürekli bir koşuşturmaca içindeydim. Bir işte başarılı olmak için uykusuz kalıyor, bir ilişkiyi ayakta tutmak için kendimden taviz veriyor, bir hayali oldurmak için sabırsızlıkla bekliyor ve sürekli zihnimi o konuya kilitliyordum. Olmadığında ise en kolay yolu seçiyor, kendimi suçluyordum. “Demek ki yeterince uğraşmadım” diyordum.
Oysa zaman bana gösterdi ki bazı şeyler, ne kadar zorlarsan o kadar senden uzaklaşıyor. Bir ilişkide daha çok konuşmaya, daha çok anlatmaya çalıştığında karşındaki aslında senden daha da kopabiliyor. Bir işi hemen olsun diye zorlarsan, küçük hatalar büyüyor ve yolunu kesiyor. Bir hayali sıkı sıkı tutarsan, o hayal ellerinden kayıp gidiyor. Çünkü bazen hayat, bizim bıraktığımız boşluklardan kendini gösteriyor.
Bir gün yorulduğumu fark ettim. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım istediğim gibi gitmeyen şeyler vardı. Ve ilk kez “tamam” dedim, “olmazsa olmasın”. O an aslında pes ettiğim an değildi; tam tersine, hayatla inatlaşmayı bıraktığım andı. Garip bir şekilde o günden sonra iyi şeyler kendiliğinden gelmeye başladı.
Zorlamayı bıraktığımda insanların bana daha çok yaklaşmaya başladığını gördüm. Kapandığını sandığım kapılar, ben unutmuşken yavaş yavaş açıldı. Önceden nefes alamadığımı hissettiğim yerde birden huzur belirdi. “Oldurmaya çalışmak” yerine “olmasına izin vermek” diye bir şey olduğunu öğrendim.
Bu, hiçbir şey yapmadan beklemek değil elbette. Yine çalışıyorum, yine hayallerim için adımlar atıyorum, yine ilişkilere emek veriyorum. Ama artık sonucun benim elimde olmadığını kabul ediyorum. Bir tohum ekiyorsun, suyunu veriyorsun, güneşini görmesini sağlıyorsun. Ama o tohumun ne zaman filizleneceğini sen belirleyemezsin. Onu zorladığında köklerini kırarsın; beklediğinde, güvendiğinde ise kendi zamanında filizlenir.
Şimdi geriye dönüp bakınca fark ediyorum: hayat bana hep aynı dersi anlatmış. En çok istediğim şeyleri, onları zorlamayı bıraktığımda vermiş. Çünkü hayat bazen bizim değil, kendi ritmini takip ediyor. O ritme teslim olmayı öğrendiğinde, aslında hiç çaba harcamadan en çok istediğin yerlere varabiliyorsun.
İşte o an, zorlamanın değil, güvenmenin zamanı. Hayat kendi yolunu bulsun diye kenara çekilmek. En güzel şeylerin, en huzurlu anların, en doğru insanların hep bu güvenin arkasından geldiğini öğrendim. Şimdi artık biliyorum: güçlü olmak, inatla tutunmak değilmiş. Güçlü olmak, bırakabilmekmiş. Ve belki de mutluluğun en sade hali, tam da orada gizliymiş.