İçimi saran karanlığım…
Bir parçanı bırakıyorum geçtiğim sokaklara, hafifletmek için sancılarımı. Artık çok içmiyorum, korkmuyorum canımı acıtacak sözlerden, yüzlerden… Besliyorum seni, kurban ederek aydınlığımı üç kuruş etmeyecek ruhlara.
Kaçmıyorum artık köşe bucak, seni en zifiri noktalarına yayıyorum ruhumun. Savaşıyorum seninle, sevişmiyorum! Tenine susadığım o geceleri sabaha kavuşturuyorum.
Uyanmıyorum yanında bir sabaha, ikincisine, üçüncüsüne… O parkın havası açmıyor artık beni, o köşeye baktığımda seni görmüyorum.
İçimi saran karanlığım…
İnanmıyorsun ama senden nefret dahi etmiyorum. Hiç vâr olmamışsın gibi değil, hiç “hiç” olmamışsın gibi yaşıyorum artık. Sakallarında değil de taştan bir duvarda gezinmiş sanki parmaklarım. O duvar, çöp kokan dar bir ara sokakta değil, bu şehrin herhangi bir semtindeymiş gibi. Bana hep inanmışsın ama ben inanmandan bıkmışım gibi.
İçimi saran karanlığım…
Üzgünüm, alt edemeyeceksin beni. Canımı acıtamayacaksın, sana yazdığım hiçbir satırda akmayacak gözyaşlarım. Ben seninle yaşamaya alışmış, hemen ardından yokluğunu kabullenmiş ve bir sabah senden vazgeçmiş o kadınım. Yüzünü görmesem de olur, sesini duymasam da. Ve sen de çok iyi biliyorsun, gelsen de yanmaz artık sigaram, gitsen de. Kendini kandırmayı bırak ve bir kere inan sözlerime;
Ne olur gelme.