Renkler çürüyor yavaş yavaş, hiç ummadığım vakitlerde boğuluyorum düşüncelerimde. Baktığım aynı sizinle biliyorum ama gördüklerim aynı değil, cama vuran güneş ışığının dahi hikayesini arıyorum. Sanki yarım kalmışlıkları var gibi bu dünyanın bir yerinde, sanki hiç aydınlatamamış aydınlatmak istediği o karanlıkları. Bir kuytu köşe, öyle ışıksız, öyle soluksuz, öyle muhtaçmış sanki ona, sanki o yüzyıllardır giderememiş gibi o muhtaçlığı. Sanki öyle bir mahzunlukla aydınlatıyor tüm camları, sanki öyle bir mahzunlukla doluyor odama.
Çürümüş o renklerin arasında kendi hikayemi arıyorum bazen, kendi rengimi bulmayı umut ediyorum. Edilmeyecek yeminler ediyor, olmayacak dualara amin diyorum. Kapısı dahi çalınmayacak o kalplerden sevgi dileniyorum, kendimi terk ediyorum bu muhtaçlığa. En kötüsü kendimi muhtaç bırakıyorum o muhtaçlığa. Griye boyanıyorum, parçalı bulutlu bir akşamüstü gibi, yağmur yağsa dağılacak sanki gökyüzündeki bulutlarım ama o yağmuru yağdırmıyorum, kendimi muhtaç ediyorum. Bazen ise kuşanmayacak nefretleri kuşanıyorum, kana bulanıyor elim, dilim.. Kaybediyorum merhametimi, öldürmem gerekenleri gözlerinin içine bakarak, kaçtıkları her şeye muhtaç bırakarak öldürüyorum. Sormuyorum son isteklerini, son isteklerimi sormadıkları o zamanları anımsıyorum. Öfkemin rengini biliyorum, kanlarıyla resmediyorum öfkemi. Hayır, intikamı arzulamıyorum, intikamın rengini dahi bilmiyorum. Biliyorum ki, dün sırtıma sapladıkları bıçak bir gün onların boğazını kesiyor, nefessiz bırakıyor, kan kustuyor. Kimileri ilahi adalet diyor buna, kimileri karma.. Ben ise bir gün herkes yaşattığını yaşayacak diyorum misliyle, ya burada ya da Tanrı’nın huzurunda.. Bir gün benim canımı acıtan o yaralar, onların ölümü olacak ve ben o gün tek bir renge boyanacağım; maviye.. Umudun, huzurun mavisine.