
Anne…
Bir kelimenin içine sığdırılmış en büyük kucak, en derin huzur, en temiz sevgi.
Onu kaybettiğinde insan, çocukluğunu da, sığınağını da, en güvenli limanını da kaybediyor.
Hayatta bazı kayıplar vardır ki, üzerinden yıllar geçse bile acısı hiç hafiflemez. İnsan büyür, değişir, yaşlanır belki ama içindeki o boşluk hiç dolmaz. Senin yokluğun da tam böyle… Hayatın bana verdiği en ağır imtihan.
Her sabah uyandığımda, içimde bir umut kırıntısı arıyorum: Sanki birazdan sesin duyulacak, mutfaktan kahve kokusu gelecek, kapı aralanacak ve gülümseyerek “Günaydın” diyeceksin. Ama gerçek bambaşka… Sessizlik dört bir yanımı sarıyor ve ben o sessizliğin içinde senin yokluğunu dinliyorum.
Bazen kalabalıkların içinde bile yapayalnız hissediyorum. Çünkü insan en çok, yanında olsa bütün dünyayı unutturacak birini kaybedince yalnız kalıyor. Çocukluğumun güvenli limanı, gençliğimin pusulası, yetişkinliğimin en güçlü dayanağı… Hepsi sendin. Şimdi hepsi yarım.
Fotoğraflarına her baktığımda gülüşün içimi ısıtsa da ardından içimde bir sızı büyüyor. O gülüşe bir daha dokunamayacağımı bilmek, zamanla alışılır sandığım ama hiç alışamadığım bir gerçek. Özlem, her gün yeniden doğuyor, her gece yeniden büyüyor.
Senin yokluğun bana çok şey öğretti: sabrı, dayanmayı, güçlü görünmeyi… Ama içten içe hâlâ küçücük bir çocuk gibiyim. Kucağını özleyen, sesine muhtaç olan, varlığını arayan bir çocuk. İnsan kaç yaşında olursa olsun, annesiz kalınca hep yarım kalıyor.
Biliyorum, bu özlem hiç bitmeyecek. Kalbimde açılan bu yara hiç kapanmayacak. Ama aynı zamanda biliyorum ki, senin bana bıraktığın sevgi, öğrettiğin değerler ve kalbime işlediğin şefkat, hep yolumu aydınlatacak. Sen bu dünyadan ayrılsan da, ben yaşadıkça sen benimle yaşayacaksın.
Çünkü bazı sevgiler ölmez, sadece gözle görülmez olur. Sen de öylesin… Görünmez ama hep yanımdasın.